“Demiri demirle dövdüler; biri sıcak, biri soğuktu…
İnsanı, insanla kırdılar; biri aç, biri toktu…”
Bu iki satır, aslında bu ülkede son otuz yıldır yaşananların en yalın özetidir. Bugün konuştuğumuz geçim sıkıntısı, hayat pahalılığı, zenginle fakir arasındaki derin uçurum tesadüf değildir. Bu tablo kendiliğinden oluşmadı. Adım adım, bilinçli tercihlerle, planlı politikalarla kuruldu.
Son otuz yılda öyle bir düzen inşa edildi ki;
Üst sınıf sürekli büyüdü,
Orta direk çöktü,
Çalışan kesim ise nefes alamaz hâle getirildi.
Sınıflar arasındaki fark artık yalnızca bir “fark” değil, düpedüz uçurumdur. Emeğiyle yaşayan milyonlarla güce yakın duran azınlık arasındaki mesafe kapatılamaz noktaya taşındı.
Bu hikâye 90’larda başladı.
ANAP döneminde “serbest piyasa” adı altında devletin malı değerinin çok altında el değiştirdi. Fabrikalar, limanlar, tesisler satıldı. Küçük işletmeler ithalatın altında ezildi. Bir avuç zengin daha zengin olurken, bütün yük halkın sırtına bindirildi. Orta direğin beli o gün kırıldı. Bugün yaşadığımız sınıfsal uçurumun taşları o yıllarda döşendi.
Sonra AKP dönemi başladı.
İlk yıllardaki toparlanma havası, kısa sürede bambaşka bir yapıya evrildi. Belediyecilik anlayışı şirket mantığına dönüştü. Belediyeler halkın kurumu olmaktan çıktı; kocaman iştirakleri olan ticari yapılara dönüştü. Kaynaklar bu yapılara aktarıldı, ihaleler dar çevreler arasında dönmeye başladı. Halk ise kendi vergisiyle dönen sistemin ne yaptığını bilemez hâle geldi. Şeffaflık ortadan kalktı, hesap sorulamaz bir düzen kuruldu.
Yıllardır kamuoyunda “5’li çete” olarak tartışılan büyük şirket gruplarının gündemde olmasının sebebi de tam olarak budur. Kimseye doğrudan suç isnat etmiyoruz. Ancak şu gerçeği herkes görüyor:
Belirli firmalar sürekli büyük kamu ihalelerinde öne çıkıyor,
Bunu sorgulayan siyasetçiler baskı görüyor,
Bir şekilde sahneden uzaklaştırılıyor.
Halkın parasının nasıl, kime ve neye aktarıldığını sorgulayanlar susturuluyor. Bu bile bu düzenin eleştiriden ne kadar korktuğunu göstermeye yeter.
Bugün sahneye çıkan “yeni yüzlerin” söyledikleri de aslında hiç yabancı değil. “Modern yönetim”, “profesyonellik”, “şirket gibi belediyecilik” gibi süslü kavramlarla, kamusal alan yeniden ticari bir modele dönüştürülmek isteniyor.
Oysa şirket gibi yönetmek,
Kamusal olanı şeffaflıktan uzaklaştırır,
Kararları kapalı kapıların ardına taşır,
Halkın hakkını belli çevrelerin inisiyatifine bırakır.
Halkın buna ihtiyacı yok.
Halkın ihtiyacı adalet, şeffaflık ve hesap verebilirliktir.
Biz bu filmi 90’larda izledik.
2000’lerde yeniden izledik.
Bugün bir kez daha izletmeye çalışıyorlar.
Ama artık çok netiz.
Mücadelemiz bu düzenledir.
Bu ülkenin kaderi;
Ne ANAP’ın zengini büyüten politikalarına,
Ne AKP’nin belediyeleri holdingleştiren modeline,
Ne de bugün aynı düzeni “değişim” adı altında yeniden sahneleyen yapılara emanet edilebilir.
Bu memleket çıkar ağlarının değil,
Alın teriyle yaşayan milyonların ülkesidir.
Ve bizim kararlılığımız tamdır:
Bu düzen değişecek.
Bu ülkenin hakkı yeniden halka teslim edilecek.
