Madde bağımlılığı, uzun ve zorlu bir tedavi sürecinden sonra aşılabilir. İnsan, bağımlı olduğu maddeden kurtulma şansı yakalar.
Peki ya medyanın bağımlılığı?
Ne yazık ki orada durum çok daha vahim.
Çünkü bugün medyada bağımlılık, bir maddeye değil, parayadır.
Kim bastırırsa parayı, medya oraya bağlanır.
Bağımlılık da bir süre sonra köleliğe dönüşür.
Sistem basittir ama son derece kirli işler:
Siyasetten birileri, arka plandan bir televizyonu, bir gazeteyi, bir radyoyu satın alır.
Adı hiç görünmez. Gölge gibi durur.
Patron koltuğuna kendisine tam bağımlı ve taraflı bir isim oturtur.
Sonra zincirleme gider:
Bağımlı genel müdür…
Bağımlı haber müdürü…
Bağımlı ekran yüzleri…
Ve elbette “olayı istenilen kıvama sokan” bağımlı muhabirler…
Kameraman bile neyi çekmeyeceğini bilir artık.
Oldu mu size bir tetikçi takımı.
Gölge patron, bu kez sözde patron üzerinden kalem kiralamaya başlar.
Gazeteciye, yazara, çizere köşeler verilir.
Ellerine kalem tutuşturulur.
Kim daha çok tetikçilik yaparsa, onun maaşı da, makamı da yükselir.
En kıvamında yapan, en kazançlı çıkandır.
Sonra da bu kişiler, utanmadan “bağımsız gazeteci” diye pazarlanır.
Kim tarafından?
Diğer bağımlılar tarafından!
Bunları bazen bir televizyon ekranında, bazen bir köşe yazısında görürsünüz.
Cüzdanlar kabarır, banka hesapları şişer…
Evler, arabalar, hayatlar değişir…
Yeter ki tetikçilik iyi yapılsın.
Paranın kaynağı değişmez: Siyaset.
Ama bu kirli düzen, “medya” adı altında toplumu dizayn eden algı aparatları olarak çalışır.
Bu köle düzeninde tarafsızlık zaten mümkün değildir.
Hem parayı bastırana bağımlısın, hem de ona tarafsın.
Kimin hangi kanalda çalıştığına, hangi gazetede yazdığına bakınca, kimin kölesi olduğu zaten ortaya çıkar.
Birine sorun mesela: “Bu kim?”
Alacağınız cevap bellidir: “Haa o mu, o Erdoğan’ın…”
“Yok ya, o Özgür’ün ki…”
“Abi o Ekrem’in has tetikçisi…”
Böylece sadece kişinin değil, arkasındaki finans kaynağı da ortaya çıkar.
Ne kadar şakşakçılık, o kadar para…
Ne kadar para, o kadar şakşakçılık…
Gazetecisinden televizyoncusuna, yazarından muhabirine kadar gelinen nokta budur.
Ve ne yazık ki tablo içler acısıdır.
Bugün medya adeta yerle bir olmuş bir enkazdır.
Enkazın altında kalan ise halkın haber alma hakkıdır.
Artık yıkılan bu değirmeni tamir etmeye çalışmak yetmez.
Şakşağı olmayan, bağımsız, temiz bir yeni değirmen inşa etmek gerekir.
Ve bu kirli medya düzeni, yalnızca “gazetecilik yaptıkları için” katledilen
Uğur Mumcu’ları yeniden hatırlamaya mecbur bırakıyor bizi.
Uğurlar olsun o yürekli insanlara…
Hatıraları önünde saygıyla…
GÜNCEL NOT:
Dün öğrendiğimize göre, Sözcü Medya Grubu’nun en tepesine Yılmaz Özdil oturtuldu.
Özgür Özel’e yönelik sert çıkışları, ağır ifadeleri herkesin malumu.
Bu atama, gerçekten bir “gazetecilik başarısı” sonucu mu yapıldı?
Yoksa içeriden bile toplumu yönetecek algı aparatları elde tutulmak mı isteniyor?
Asıl dikkat çekici olan şu:
Yılmaz Özdil, Özgür Özel’e rağmen bu koltuğa oturtuluyorsa, bu durum Ekrem ile Özgür arasındaki güç savaşını da açıkça ortaya koymuyor mu?
Ekrem içerideyken bile hâlâ daha güçlü mü?
Partiyi perde arkasından yöneten asıl aktör kim?
Belli ki artık Yılmaz Özdil için de kurulacak cümle şudur: “Ha o mu? O şey ya… Ekrem…”
Sahi…
Sizce tablo gerçekten böyle mi?
