HALKWEBYazarlarTürkiye'de Basın, Yolsuzluk ve Demokrasi: Hakikatin Bedeli

Türkiye’de Basın, Yolsuzluk ve Demokrasi: Hakikatin Bedeli

Mikayil Dilbaz
Mikayil Dilbaz
Avukat, Hukuk Doktoru, BJK Kongre Üyesi
0:00 0:00

Türkiye’de basının rolü, yalnızca haber aktarmak ya da gündemi takip etmek değildir; demokrasinin en kritik denetim mekanizmasını işletmektir. Bu denetim mekanizmasını işletirken de doğruyu ve sadece doğruyu kamu yararına halka doğrudan aktarması gerekir. Dünyanın her yerinde “dördüncü kuvvet” olarak anılan basın, yürütme ve siyasi iktidarlar üzerinde fren–denge sistemi kurar. Ancak Türkiye’de bu mekanizma, tarihsel olarak hep baskı, manipülasyon, suikastler ve yargı kıskacıyla zayıflatılmıştır.

Bugün yaşadığımız tartışmalar, bu uzun tarihsel zincirin yeni bir halkasından ibarettir.

  1. Gazeteciliğin Bedeli: Uğur Mumcu’dan Çetin Emeç’e Uzanan Çizgi

Türkiye’de hakikatin peşine düşmenin ağır bir karşılığı oldu. Uğur Mumcu, Çetin Emeç, Abdi İpekçi, Ahmet Taner Kışlalı, Musa Anter… Hepsinin ortak noktası, gerçeğin üzerine gitmeleri ve bunun bedelini hayatlarıyla ödemeleriydi. Bu tablo bize şunu gösteriyor: Türkiye’de hakikati yazmak çoğu zaman cesaret işidir. Devlet içindeki odaklardan organize suç yapılarına, siyasi çıkar çevrelerinden ekonomik güç merkezlerine kadar geniş bir alan, gazetecinin “arada kaybolmasını” her zaman mümkün kılacak bir zemin oluşturdu. Bugün bazı gazetecilerin sessizliği ya da görmezden gelişleri, bu ağır geleneğin gölgesinde şekilleniyor.

  1. Watergate ve Türkiye: Aynı Suç, Farklı Sonuç

1970’lerde ABD’yi sarsan Watergate skandalı, bağımsız basının neleri değiştirebileceğine dair en güçlü örneklerden biridir. Washington Post gazetecileri Bob Woodward ve Carl Bernstein, yalnızca bir otel hırsızlığının ardındaki siyasi operasyonu değil, bir başkanın istifasına uzanan devasa bir yolsuzluk ağını ortaya çıkarmıştı.

Aradaki fark şuydu: Basın bağımsızdı ve devlet bu bağımsızlığı koruyordu.

Türkiye’de ise benzer yolsuzluk iddialarında medyanın önemli bir kısmı çoğu zaman sessizliğe bürünüyor. Bazı gazeteciler “tarafsızlık” adı altında bir tür konfor alanına çekilirken, bazıları açık şekilde algı yönetiminin bir parçası hâline geliyor. Bu durum demokratik denetimi zayıflatıyor, siyasetin hesap verme yükümlülüğünü ortadan kaldırıyor.

  1. CHP’deki Yolsuzluk Tartışmaları ve Medyanın Sessizliği

Son dönemde özellikle CHP içindeki yolsuzluk iddiaları kamuoyunda sıkça konuşuluyor. CHP, tarihsel olarak “temiz siyasetin” taşıyıcısı olma iddiasıyla kendisini konumlandırdığı için bu iddialar basit bir parti içi kriz değildir; Türkiye’de muhalefetin demokratik meşruiyeti açısından bir sınavdır.

Bu noktada medyanın bir bölümü—özellikle kendini “muhalif” diye tanımlayan kesimler—sağır ve dilsiz kesiliyor. Eleştiri yapılması gereken yerde “sessizlik duvarı” örülüyor, hatta konuyu perdelemek için gündem saptırılıyor.

Oysa demokrasinin gereği şudur: Yolsuzluk iddiası kimden gelirse gelsin, kiminle ilgili olursa olsun üzerine gidilir.

  1. Türkiye’nin Basın Davaları: Bir Hafıza Kaydı

Türkiye’nin yakın tarihi, basın özgürlüğünün sınandığı davalarla dolu: Ahmet Şık’ın “Kitap daha basılmadan yasaklandı” süreci, Cumhuriyet gazetesi davası, Hrant Dink’in hedef gösterildikten sonra öldürülmesi, Musa Anter cinayeti, Ergenekon sürecinde yüzlerce gazetecinin terör örgütü üyesi gibi gösterilmesi…

Bu davalar yalnızca birkaç gazetecinin özgürlüğünü değil, toplumun bilgi alma hakkını da hedef aldı. Basının yargı eliyle hizaya getirilmeye çalışıldığı her dönem, Türkiye’de demokratik gerilemenin hızlandığı dönemler oldu. Bugün hâlâ birçok gazeteci, özgür haber yapmak yerine “hangi haberi görmezden gelirsem başım derde girmez?” sorusunu düşünüyor.

  1. Sonuç: Hakikatsiz Bir Demokrasi Mümkün Değil

Türkiye’de basın özgürlüğü zayıfladıkça, yolsuzluk iddiaları güçleniyor; yargı baskısı arttıkça, demokratik denetim işlevi ortadan kalkıyor. Bu yüzden mesele basının “kimin yanında olduğu” değil; hakikatin yanında olup olmadığıdır.

Watergate bize şunu gösterdi: Bağımsız basın varsa, en güçlü iktidarlar bile hesap verir.

Türkiye’de ihtiyaç duyduğumuz şey, cesaretli gazeteciler kadar onları koruyan bir hukuk düzeni, basının üzerindeki ekonomik ve siyasi baskıları kaldıracak güçlü bir demokratik kültürdür.

Unutmayalım ki; “Bir ülke ancak hakikati yazan gazetecileri kadar özgürdür”.

 

YAZARIN DİĞER YAZILARI