HALKWEBYazarlar'68 Ruhu'ndan 'Yolunda A.Ş.'ciliğe: Türk Solunun Ahlaki, Siyasal ve Kültürel Başkalaşımı

’68 Ruhu’ndan ‘Yolunda A.Ş.’ciliğe: Türk Solunun Ahlaki, Siyasal ve Kültürel Başkalaşımı

Mikayil Dilbaz
Mikayil Dilbaz
Avukat, Hukuk Doktoru, BJK Kongre Üyesi

Bu dönüşüm yalnızca bireysel tercihlerle açıklanamaz. Neoliberal politikalar, bireyselleşme, üniversitelerin depolitizasyonu, ekonomik güvencesizlik ve medyanın ticarileşmesi bu başkalaşımda önemli rol oynamıştır.

0:00 0:00

Türkiye’de sol hareket, uzun yıllar boyunca yalnızca bir siyasal tercih değil; bir ahlak, bir vicdan ve bir entelektüel duruş olarak algılandı.

Sol olmak, iktidara mesafe koymak kadar kişisel menfaate de mesafe koymak anlamına geliyordu. Bu nedenle sol, toplum nezdinde her zaman “haklı olmak” ile “kaybetmeyi göze almak” arasındaki ince çizgide konumlandı.

Bugün ise sol kavramının önemli ölçüde içi boşalmış durumda. Sol adına konuşanların bir kısmı artık ilkelere değil, konjonktüre göre pozisyon alan; rüzgâra göre yön değiştiren ve bu dönüşleri teorik gerekçelerle meşrulaştıran bir çizgide ilerliyor.Bu tablo, 1968 kuşağının mirasıyla karşılaştırıldığında yalnızca siyasal değil, derin bir ahlaki kopuşa işaret ediyor.

1968 kuşağı, Türkiye’de solun tarihsel hafızasında romantik bir dönemden ziyade, bedel ödenmiş bir etik eşik olarak yer alır. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya gibi isimlerin ortak noktası, fikirlerinin doğruluğundan çok, o fikirler uğruna ödemeye razı oldukları bedeldi.

Bu isimler için solculuk, iktidara yaklaşarak alan açma stratejisi değildi. Aksine iktidarla mesafeyi korumanın bedelini göze almak anlamına geliyordu. Bugün sıkça dile getirilen “koşullar olgun değildi” veya “başka yollar bulunabilirdi” türü yorumlar, asıl gerçeği gölgeleyemiyor: 68 kuşağı kişisel kurtuluşu değil, kolektif bir adalet idealini öncelemişti.

Türk solunun güçlü olduğu dönemler, aynı zamanda sol basının cesur olduğu dönemlerdi.
Uğur Mumcu’nun devlet–mafya–siyaset ilişkilerini deşifre eden yazıları, Abdi İpekçi’nin ilkeli gazeteciliği, Çetin Emeç’in halkçı yayıncılığı ve Ahmet Taner Kışlalı’nın aydınlanmacı ısrarı bir dönemin vicdan pusulasıydı.

Bu isimlerin ortak özelliği, kimseyi kızdırmama kaygısıyla yazmamalarıydı.Bugün medya alanında yaygınlaşan oto-sansür, o dönemin basın anlayışında yoktu. Bedel vardı ama korku yoktu. Bugün ise korku var; bedel ödeme iradesi giderek zayıflıyor.

Aziz Nesin, Türk solunun belki de en berrak aynasıdır. Yalnızca bir mizah ustası değil; düşüncesi nedeniyle defalarca yargılanan, hapse giren, sürgün edilen ve Madımak’ta hedef haline getirilen bir vicdan figürüdür. Bugünün konforlu muhalifliği ile Aziz Nesin’in yaşadığı hayat arasındaki fark, solun neden bu kadar aşındığını açıkça gösteriyor.

Yakın tarihte solun yaşadığı en büyük kırılmalardan biri “yetmez ama evet” çizgisidir. Bu tutum yalnızca yanlış bir siyasal tercih değil, ilkesel bir çözülmenin de simgesidir. Bu süreçten sonra ortaya çıkan yeni sol tipi, toplumun dilinde açık bir adlandırmaya kavuştu:
“Yolunda A.Ş.’ciler.”

Bu dönüşüm yalnızca bireysel tercihlerle açıklanamaz. Neoliberal politikalar, bireyselleşme, üniversitelerin depolitizasyonu, ekonomik güvencesizlik ve medyanın ticarileşmesi bu başkalaşımda önemli rol oynamıştır.

Ancak bu nedenler ilkesizlik için mazeret değildir.

Bugün Türk solunun yaşadığı kriz bir iktidar krizi değil, bir inandırıcılık krizidir. Halk artık ne söylendiğinden çok, ne zaman vazgeçildiğine bakmaktadır.

68 kuşağının mirası, sol basının bedel kültürü ve Aziz Nesin’in konforsuz aydınlığı bugünün pragmatik solculuğuyla karşılaştırıldığında tarihsel uçurum tüm çıplaklığıyla ortaya çıkmaktadır.

Bu uçurum kapanmadıkça, sol yalnızca iktidardan değil, toplumun vicdanından da uzaklaşmaya devam edecektir.

YAZARIN DİĞER YAZILARI