Eskiden Türk filmlerinde tacizcinin kim olduğunu daha adam kapıdan girerken bilirdik. Karanlık bir tip, kirli bir bakış, sevimsiz bir yüz… Senaryo o kadar açıktı ki “kötü” belli olurdu.
Peki ya bugün?
Bugün asıl tehlike kravatlı, temiz yüzlü, ekranda “ahlak” diye nutuk atanlarda gizli.
Ne ironidir ki, her gün adli vakaları anlatanların, suçun anatomisini çözmeye çalışanların, topluma “namus” ve “erdem” dersi verenlerin bir kısmı, aynı ahlaksızlığın faili olarak karşımıza düşüyor. Haberini sundukları kötülüğü kendi odalarında, kendi mesajlarında, kendi meslektaşlarına karşı işleyenler…
Ve mesele sadece basın değil.
Sanatçısından akademisyenine, yazarından öğretmenine kadar toplumun önünde duran, topluma örnek olması, hatta zaman zaman yön göstermesi beklenen kişiler…
Meğer bu rollerin arkasında da maskeler varmış.
O maske düşünce görüyoruz ki, kimi zaman en ağır ahlaksızlıklar tam da “ahlak dersi” verenlerin odalarında yaşanıyor.
Eskiden kötü adamın tipi vardı; bugün masum yüzlü, güven telkin eden, “kadın hakları” konuşanların arasından çıkıyor çoğu. Çünkü kötülük artık saklanmıyor, yalnızca makyajlanıyor.
Ve kadınlar?
Tacize uğradıklarında zaten büyük bir acı yaşıyorlar; ama asıl zulüm ses çıkardıklarında başlıyor.
Çünkü bu toplumda hâlâ taciz yapan değil, tacize uğrayan kadının utanması gerektiği öğretiliyor.
Kadın “Başıma bu geldi” dediği anda bir kez daha suçlanıyor:
“Bunu söylemekten utanmıyor musun?”
“Herkes duyacak şimdi…”
“Söylemeseydin, susaydın…”
Yani tacize uğradığı için de, tacize uğradığını söylediği için de utandırılan yine kadın.
Sesini çıkardığında ötekileştirilen, susturulan, damgalanan yine kadın.
Ve böylece çığlık bile suç sayılıyor.
Daha beteri:
Kadın konuşunca cezayı tacizci değil, kadın ödüyor.
İşinden atılıyor, mobinge uğruyor, yalnız bırakılıyor.
Öyle vakalar var ki, aynı suçu erkek işlediğinde korunuyor, kollanıyor, görevine devam ettiriliyor; ama kadın yaşadığı tacizi anlattığında adı, soyadı açık açık yazılıyor, damgalanıyor, dışlanıyor.
Çünkü eril düzen için suçun faili değil, suçu ortaya çıkaran kadın daha büyük bir sorun.
Yani tacizi yapan korunuyor, tacizi anlatan cezalandırılıyor.
Ve sonra?
Kadın ya susuyor… ya işinden oluyor… ya da ne yazık ki hayattan.
Bugün artık kötülüğün bir tipi yok.
Kimliği de yok, sureti de yok.
Çünkü kötülük artık gölgelerde saklanmıyor; tam tersine, en parlak ışıkların altında, sahnenin ortasında, temiz, güvenilir görünen yüzlerde ve kurumlarda beliriyor.
Bazen bir haber sunucusunun gülüşünde, bazen bir akademisyenin ciddiyetinde, bazen bir sanatçının parıltısında…
Kısacası, kötülük kendini artık karanlıkla değil, ışıkla gizliyor.
Belki de asıl soru şimdi şudur:
Kötülerin maskesi mi değişti, yoksa biz kötülüğü alkışlayan ve seven bir kalabalığa mı dönüştük?
0:00
0:00
