Bugün 10 Aralık. İnsan Hakları Günü.
Düşündük mü hiç? Bu gün neden var?
Hak dediğimiz şey zaten doğuştan gelmiyor muydu?
Peki ne oldu da hak, kutlanmaya ve sürekli hatırlatılmaya ihtiyaç duyan bir şeye dönüştü?
Belki de cevap çok basit:
Çünkü insanlar, en çok birbirimizin — daha doğrusu ötekinin — hakkını unutuyoruz.
Üstelik çoğu zaman buna en çok maruz kaldığını söyleyenler…
Evet, tam da “Ben ötekileştirildim” diyenler.
Kendini öteki hisseden, öteki olduğunu savunan, yıllarca dışlandığını söyleyen, haksızlığa uğradığını düşünenler…
Bazen bir bakışla, bazen küçümseyen bir gülümsemeyle; kimi zaman bir şiveyle dalga geçerek, kimi zaman bir inancı, bir ismi, bir mezhebi ağzına dolayıp bir başkasını öteki ilan edenler…
Yani sıradan insanlar.
Ne acı değil mi?
Mazlumun zalime dönüşmesi kadar trajik az şey vardır bu dünyada.
Geçtiğimiz günlerde Prof. Dr. Ahmet Özer’in sözleri gündeme yansıdı:
“Çaldıran’da Şah İsmail’e karşı birlikte savaştık.”
Şimdi durup düşünelim:
Bu sadece tarihsel bir gönderme mi?
Yoksa Alevilerin hâlâ taşıdığı büyük bir yarayı, kolektif travmayı yeniden mi canlandırıyor?
İroni ise tam burada başlıyor:
Çünkü bu söz, yıllarca şivesiyle küçümsenen, aksanıyla alay edilen, konuştuğu dille horlanan bir insanın ağzından çıkıyor hem de yine o horlanan aksanı ile… Ne acı…
Elbette Özer’in cümleleri yalnızca bir örnek — buzdağının ucu.
Zira yalnızca o değil; unvanıyla, bilgisiyle, makamıyla hak ve adalet üzerine söz söylemesi beklenen nice insan, farkında olmadan — ya da gayet farkında olarak — yeni bir ötekileştirmenin faili olabiliyor.
Çünkü bu ülkede öteki olmanın bile sınıfları var.
Bazıları öteki doğar, bazıları ötekiliğini unutturmak için güçlüye yaklaşır, bazıları ise ötekilerin içinden sıyrılıp daha fazla öteki yaratmak için fırsat kollar.
Çok kimlikli, çok acılı bu coğrafyada herkes bir başkasının tarihine değmiştir; kimi zaman yaralamış, kimi zaman yaralanmıştır.
Ancak en tehlikelisi, kendi yarasını unutup başkasının yarasına mızrakla yürüyendir.
Siyaset tarihinin kadim gerçeği ise şudur:
Ötekiler birleştiğinde tehlikeli olur; öteki güçlüyle birleştiğinde ise önce kendi aynasında kaybolur.
Nitekim dünyada bunun sayısız örneği var.
Gücün gölgesine sığınan, kendi halkının acılarını inkâr ederek iktidarın yanında saf tutan pek çok siyasetçi; sonunda hem kendi tabanına hem iktidara yabancılaşarak tarihin karanlığına gömülmüştür.
Elbette öteki olmak kader değildir; ancak hatırlamak bir sorumluluktur.
Kimlik yalnızca aidiyet değil, yüzleşme gerektirir.
Kendi acısıyla yüzleşemeyen ise, başkasının acısını inkâr eder.
Kendi ötekiliğini anlamayan, başkasını daha sert bir ötekiliğe mahkûm eder.
Çünkü ötekileştirilen, güç eline geçtiğinde çoğu kez daha büyük bir ötekileştiriciye dönüşür.
Bu yalnızca bize özgü bir hikâye değil. Coğrafya değişir, dil değişir, kıyafet değişir ama acının örgüsü hep aynı renk aynı tonda kalır.
Kimi zaman aynı dil, aynı tarih, aynı kültür bile öteki olmaya engel değildir. İktidar ve güç ele geçince, öteki yaratmak için bahaneler üretilir. Birlikte yol yürüdüklerinin hakkını elinden alır, sesini kısmaya kalkar, varlığını tehdit sayarsın; çünkü güç önce unutturur, sonra ayrıştırır, en sonunda da “biz”i parçalayıp içinden yeni bir “öteki” çıkarır.
Nitekim, yoksulların, madencilerin, çiftçilerin ve halkların sesi olmak için doğan kaç devrimci hareket, iktidarı eline alınca kendi muhalefetini ve yoldaşını bastırmadı ki?
Dün aynı marşı söyleyenler, güç biraz ellerine geçince önce en yakındakini susturdu.
Özgürlük için yola çıkanlar, özgürlüğü sağlayınca değil; iktidarı tadınca baskıyı üretmeye başladı.
Çünkü tarihin en büyük ironisi şudur:
Dün zalime direnen el, bugün güçle tanışınca kendi sesini bile boğabilir. Azıcık kudret, önce eleştiriyi hedef alır; kendi içindeki en hafif itirazı bile tehdit sayar.
Özgürlük talebinin iktidara dönüşünce baskıya evrilmesi, insanlığın bitmeyen döngüsüdür.
Mazlumken adalet isteyenler, zalim olduklarını çoğu zaman en son fark eder…
Ve bugün 10 Aralık. İnsan haklarının konuşulduğu bugün, en büyük soruyu kendimize sormalıyız:
Dün hak arayan biz, bugün hak gasp eden olabilir miyiz?
Tarih gösterdi ki zulüm yalnızca iktidarda olanın değil, iktidara yaklaşanın karakterini de açığa çıkarır.
Asıl mesele hak istemek değil, hak sahibi olduğunda hakka sadık kalabilmektir.
0:00
0:00
