Türkiye, geçtiğimiz gün Yalova’da düzenlenen IŞİD operasyonunda üç polisini şehit vermenin acısını yaşıyor. Ülke genelinde belirlenen 137 kişiyi yakalamak amacıyla 124 eve eş zamanlı olarak yapılan operasyonda, Yalova’daki bir evde saatler süren çatışma yaşandı; bu çatışmada 6 polis de yaralandı. Operasyon sırasında 6 IŞİD mensubu ölü olarak ele geçirildi.
Operasyonun ertesi günü ise 22 ilde düzenlenen ikinci bir operasyonda 357 kişi gözaltına alındı. Böylece yalnızca birkaç gün içinde, IŞİD operasyonları kapsamında yaklaşık 500 kişi gözaltına alınmış oldu.
Çok değil, 8 Eylül 2025’te İzmir’in Balçova ilçesinde bir polis karakolunu basan IŞİD sempatizanı bir genç, üç polisin şehit olmasına neden oldu. Yani Türkiye, birkaç ay içinde dinci terör nedeniyle altı şehit verdi.
Yeni yıla girilirken, pek çok yerde olası IŞİD saldırıları endişesiyle rezervasyonların iptal edildiği görüldü. Tüm bu gelişmeler ışığında, dinci ya da birçok kişinin adlandırmasıyla cihatçı terörü mercek altına alacağız. Öncelikle bu sürecin nasıl başladığına kısaca göz atalım.
Afganistan’la başlayan süreç
Türkiye, “cihat” yani din için savaş kavramıyla 1980’li yıllarda tanıştı. O yıllarda Sovyet işgaline karşı az sayıda Türk’ün Afganistan’a giderek, o dönem “mücahit” olarak adlandırılan Afgan direnişçilerin saflarında savaştığı biliniyor. Yine 1990’lı yıllarda Bosna’da Sırplara, Çeçenistan’da ise Ruslara karşı savaşmak amacıyla kimi İslami gruplardan gidenler oldu. O dönem bu ülkelere gidenlere genel olarak olumlu bakılıyordu.
Ancak özellikle Arap ülkelerinden “cihat” adı altında Afganistan’a gidenler, zaman içinde burada edindikleri tecrübeyi farklı ülkelerde dini yönetimler kurma hedefiyle teröre dönüştürmeye başladılar ve bu doğrultuda örgütlendiler. Özellikle Suudi asıllı milyarder Usame bin Ladin bu süreçte kritik bir rol oynadı. El Kaide çatısı altında örgütlenen cihatçılar artık küresel bir tehdit olarak ortaya çıktı.
Röportaj yaptığım cihatçı, ABD SİHA’sı tarafından öldürüldü
Türkiye bu tehdidin gerçekliğiyle 2003 yılında İstanbul’da sinagoglara ve HSBC binasına düzenlenen bombalı saldırılarla yüzleşti. Saldırılara katılan Türklerin El Kaide saflarında Irak’ta savaştığı anlaşıldı. Sonraki yıllarda bu sorun Türkiye’de bir nevi rafa kaldırıldı. Ancak konuyu yakından takip eden çevreler, yüzlerce Türk’ün “cihat” adı altında Afganistan’a ve Pakistan’ın kuzeyine giderek Taliban ve El Kaide bağlantılı kamplara katıldığını biliyordu.
Bu kişilerden biri de bendim. O dönem Habertürk Gazetesi’nde çalışıyordum ve Türkiye’den giden cihatçılarla ilgili pek çok haber yaptım. Hatta Afganistan’daki kamplarda kalan Türklerle temas kurduğum, onların gönderdiği görseller ve sorularıma verdikleri yanıtlarla hazırladığım bir haber manşet olmuştu. İlginçtir ki o günlerde internet üzerinden ulaştığım ve sorularımı yanıtlayan Selahattin Türki adlı kişi, Pakistan’ın kuzeyinde ABD’nin SİHA saldırısında öldürülecekti. Alman Bild gazetesi, bu kişinin Almanya’dan giden bir Türk olduğunu yazacak ve onu manşetine taşıyacaktı.
AKP’nin Suriye politikası cihatçı grupların önünü açtı
2011’de Suriye’de başlayan iç savaş, cihatçılar açısından adeta bir altın çağ başlattı. Dünyanın dört bir yanından gelen cihatçılar Suriye ve Irak’a akın etti. O günlerde medyada çıkan haberlere göre, bu kişilerin söz konusu ülkelere geçişte kullandığı birincil güzergâhın Türkiye olduğu iddia ediliyordu. Coğrafi yakınlık nedeniyle binlerce Türk vatandaşının da savaşmak üzere bu ülkelere gittiği öne sürüldü. AKP hükümetinin Esad yönetimine karşı sert tutumu, bu yönde eğilimi olan kişileri ayrıca cesaretlendirdi.
Sınırların adeta delik deşik olmasıyla birlikte Suriye ve Afganistan’dan yüz binlerce kişinin Türkiye’ye gelmesi, toplumun bir kesiminde “ne oluyoruz?” endişesini artırdı. Bu endişe çok gecikmeden gerçeğe dönüştü. 2015 seçimlerinin ardından IŞİD tarafından peş peşe gerçekleştirilen bombalı saldırılar, tehdidin boyutunu açıkça gösterdi. TSK’nın Suriye’nin kuzeyinde IŞİD’e karşı yürüttüğü Zeytin Dalı Operasyonu ve bu süreçte verilen çok sayıda şehit, Türkiye’nin karşı karşıya olduğu tehlikeyi bir kez daha hatırlattı.
Yabancı mahreçli IŞİD, Türkiye genelinde sempatizana sahip
Ancak asıl çarpıcı gelişme son yıllarda yaşanıyor. Suriye ve Irak sahasında güç kaybeden IŞİD’in, Türkiye’de ciddi bir sempatizan kitlesine ulaştığı görülüyor. Son birkaç yılda Türkiye’nin dört bir yanında yapılan operasyonlarda yüzlerce kişi gözaltına alınıyor; bazıları tutuklanıyor, bazıları ise serbest bırakılıyor. Operasyonların sürekliliği, yabancı kökenli bir yapı olan IŞİD’in Türkiye’de, neredeyse yerli terör örgütlerinden bile daha geniş ve yaygın bir tabana ulaştığını gösteriyor.
Yakalananlar arasında zaman zaman IŞİD’in Suriye-Irak kolunda yönetici düzeyinde görev yapmış yabancıların da bulunması, Türkiye’nin örgüt tarafından giderek bir saklanma alanı, hatta güvenli bölge olarak görüldüğü konusunda iddialara neden oluyor. Buraya kadar anlattıklarıma “Daha ne olsun, işte IŞİD’e karşı operasyonlar yapılıyor” diyenler olabilir. Evet, IŞİD’e karşı operasyonlar var; ancak ben tehlikenin görmezden gelinen diğer boyutuna dikkat çekiyorum.
IŞİD’lilere operasyon yapılıyorken işin bir de görülmeyen yanı var
Cihatçı Türkler, Suriye, Irak ve Afganistan gibi ülkelerde yalnızca IŞİD saflarında yer almadı. Bugün Suriye’yi yöneten Ahmet el Şara’nın kurucusu olduğu Nusra Cephesi’ne de yoğun katılım sağladılar. Bu noktada Colani lakaplı Şara’nın geçmişine kısaca bakmak gerekiyor. Gençlik yıllarında Irak’a giderek IŞİD’e katılan ve Musul sorumluluğuna kadar yükselen Şara, Suriye iç savaşı başlayınca örgüt tarafından Suriye’ye gönderildi ve daha sonra Nusra olarak anılacak yapıyı kurdu. IŞİD lideri Ebubekir Bağdadi’ye biat etmeyi reddeden Şara, bunun yerine Afganistan’daki El Kaide lideri Eymen el Zevahiri’ye biat etti.
Zamanla farklı ülkelerden aldığı destek arttıkça sözde El Kaide ile bağlarını kopardığını ilan etse de, liderliğini yaptığı örgütün militanları El Kaide ile ideolojik bağlarını sürdürdü. Suriye sahasında IŞİD ve Nusra militanlarının, ideolojik yakınlık nedeniyle sık sık saf değiştirerek birbirlerine geçtiği de biliniyor. Türk cihatçıların ilgi gösterdiği örgütlerden Ahrar’uş Şam da El Kaide kurucusu Usame bin Ladin’e hayranlık besleyen yapılardan biriydi. Nusra ve Ahrar’uş Şam, daha sonra benzer örgütlerle birleşerek HTŞ’yi oluşturdu, Şara da başlarına geçti. Bugün Suriye’yi yöneten yapı işte bu HTŞ’dir.
IŞİD’liler görmezden gelinen gruplar arasında gizlenebilir
Sadede gelelim. AKP iktidarı bugün Şara’yı adeta el üstünde tutuyor. Dolayısıyla onun liderliğindeki HTŞ çatısı altında yer alan yapılara mensup Türkler, ideolojik kuzenleri olan IŞİD’liler gibi yakın takip altında görünmüyor. Bu kesimlere yönelik ciddi bir operasyon tablosu da gözlemlenmiyor.
Cihatçı terör gerçeğiyle yüzleşmiş olan Türkiye, eğer IŞİD’le mücadele edip diğer cihatçı yapılarda yer alanları yalnızca Şara’ya ya da başka aktörlere hoş görünmek adına görmezden gelirse, tarihi bir hata yapar. Son dönemde operasyonlara maruz kalan IŞİD’liler, dışarıdan bakıldığında neredeyse hiçbir farkı olmayan Nusra ve Ahrar’uş Şam çizgisindeki, Türkiye’de uzantıları bulunan yapılar içine sızarak kendilerini gizleyebilir.
Unutmamak gerekir ki geçtiğimiz günlerde Suriye’de ABD askerlerini hedef alan saldırının, Colani’ye yakın bir çevrede yer alan bir kişi tarafından gerçekleştirildiği ortaya çıktı. Aslında IŞİD’li olan bu militan, HTŞ çatısı altında barınmış; ancak zamanı geldiğinde maskesini indirmişti.
Benzer bir sürecin Türkiye’de yaşanmayacağının garantisi yok. “IŞİD kötü, Colani’nin HTŞ’si iyi” şeklindeki bir yaklaşım, Türkiye’deki cihatçı yapılar arasında yapay bir ayrım yaratır ve büyük bir yanlışa yol açar. Cihatçı terör, günü geldiğinde doğrudan toplum içindeki farklılıkları hedef alacaktır; tıpkı Irak ve Suriye’de yaptığı gibi.
Bu nedenle cihatçı teröre karşı yaklaşımda grup ayrımı yapılmamalı, operasyonlar tüm bu yapıları kapsayacak şekilde yürütülmelidir. Aksi takdirde gelecekte “Bunlar nereden çıktı, nasıl bu kadar örgütlendiler?” diye kendi kendimize sorarız; ancak o gün bunun bedeli çok ağır olabilir.
