Yeni neslin kültür ve sanatla kurduğu ilişki, yüksek sesli bir kopuştan çok, fark edilmeden gerçekleşen bir el değiştirmeyi andırıyor. Ne geçmişle açık bir hesaplaşma var ne de geleneğe mutlak bir bağlılık. Bunun yerine, ağır ağır yerinden oynayan anlamlar söz konusu.
Sanat, bir zamanlar uzaktan bakılan, korunması gereken bir değerken; bugün gündelik hayatın içine sızan, sıradan anlarla temas eden bir deneyime dönüşüyor.
Müzede asılı bir tablo ile telefona düşen kısa bir görüntü arasında artık keskin bir hiyerarşi yok.
Bu kuşak için sanat, tamamlanmış bir nesne olmaktan ziyade açık bir ihtimal. Bir şiir ezberlenmek için değil, yeniden yazılmak için var. Bir müzik parçası dinlenmekten çok, kesilip biçilmeyi, çoğaltılmayı, başka bağlamlara taşınmayı bekliyor. Sanat eseri, tek bir niyetin sonucu olmaktan çıkarak çok sayıda temasın kesiştiği bir alana dönüşüyor. Anlam, sabitlenmiyor; her karşılaşmada yeniden kuruluyor.
Güzellik, eskisi kadar mutlak bir ölçüt değil. Yeni nesil sanata bakarken yalnızca estetik bir haz aramıyor; bir temas, bir sarsıntı, bir yüzleşme bekliyor. Bir işin değeri, ne kadar kusursuz olduğundan çok, neye dokunduğuyla belirleniyor. Görünmeyeni görünür kılan, bastırılmış olana alan açan, suskunluğu bozan işler daha fazla karşılık buluyor. Sanat, böylece dekoratif bir nesne olmaktan çıkıp etik bir çağrıya dönüşüyor.
Büyük anlatıların çözülmesiyle birlikte sanatın dili de küçülüyor, sadeleşiyor. Dev sahneler, ağır söylemler ve iddialı söylemler yerini kişisel cümlelere, kırılgan anlatılara bırakıyor. Yeni nesil için sanat, her şeyi açıklamak zorunda değil; bazen sadece bir anı, bir duyguyu ya da yarım kalmış bir düşünceyi taşıması yeterli. Bu parçalı ve eksik hâl, sanatı zayıflatmıyor; aksine ona dürüst bir derinlik kazandırıyor.
Kültür-sanat kurumlarıyla kurulan ilişki de değişiyor. Müzeler, galeriler ve tiyatrolar hâlâ varlığını sürdürüyor; fakat tek merkez olmaktan çıkıyorlar. Dijital mecralar, bağımsız üretimler ve geçici alanlar, sanatın dolaşımını hızlandırıyor. Sanat, belirli kapılardan geçmek zorunda kalmadan, daha doğrudan ve daha çoğul biçimde yayılıyor.
Belki de en belirgin dönüşüm, izleyicinin konumunda gerçekleşiyor. Yeni nesil, sanatın karşısında duran bir göz olmaktan çok, onun içine dahil olan bir özne. Bakmak yetmiyor; yorumlamak, paylaşmak, dönüştürmek neredeyse kaçınılmaz. Sanatçı ile izleyici arasındaki mesafe daraldıkça, anlam tek bir kaynaktan değil, çok sayıda karşılaşmadan doğuyor.
Bugün kültür ve sanat, yeni nesil için bir kimlik vitrini değil. Daha çok bir arayış biçimi, bir deneme alanı, bazen de bir çıkış yolu. Sanat, hayatın üzerine çıkmıyor; onunla yan yana yürüyor. Bu yüzden daha kırılgan, daha geçici ama aynı zamanda daha gerçek. Yeni nesil sanatı tüketmiyor; onu sınıyor, yokluyor, yeniden kuruyor. Ve belki de tam bu yüzden, sanat hâlâ nefes alıyor.
Tam da bu yüzden kültür ve sanat için pratikte yapılabilecekler, büyük projelerden ya da yüksek maliyetli işlerden ziyade gündelik hayatta atılan küçük ama sürekli adımlarla başlar.
Her şeyden önce bireyin Üretici bir pozisyona geçmesi önemlidir.(profesyonel olma beklentisine kapılmadan)Bireysel çabanın toplumla buluştuğu noktada kültür ve sanat görünür hale gelir. Yine açık çağrılarla düzenlenen şiir geceleri, kısa film gösterimleri ya da sokak sergileri, sanatı gündelik hayatın içine taşır. Sanat ve sanatçının gençlerle buluşmasını sağlayarak kültür ve sanatın kuşaklar arasında aktarılmasına katkıda bulunur.
Bütün bu süreçlerin ortak noktası, kültür ve sanatı yalnızca tüketilen bir alan olarak görmekten vazgeçip, birlikte üretilen ve taşınan bir değer olarak ele almaktır. Kültür, gündelik hayata ne kadar temas ederse ve ne kadar çok kişi tarafından sahiplenirse o kadar canlı ve dönüştürücü olur.
Daha geniş ölçekte bakıldığında, kurumsal düzeyde atılacak adımlar kültür ortamının kalıcılığını sağlar. Yani kar odaklı olmayan demokratik ve kominal kültür mekanlarının kurulması komünal sanatçıların üretim alanını açar. Ve yine toplumsal alanlarda gerçekleştirilecek sanat çalışmaları,(mahalle, Sokak, ev) sanatın sadece belirli çevrelerle sınırlı kalmamasını sağlar.
Kültür ve sanat ne kadar çoğalırsa, varlık bilinci de estetikle birlikte güçlenir ve eşitlik duygusu o kadar derinleşir; böylece toplum, kendini yalnızca yaşatan değil,anlamlandıran bir ortak zeminde bulur.
Gürsel Karaaslan
