HALKWEBYazarlarMİT icazetli siyaset ve Kılıçdaroğlu’nun tarihi savunması

MİT icazetli siyaset ve Kılıçdaroğlu’nun tarihi savunması

Atakan Sönmez
Atakan Sönmez
İnsan... Çerkes... Gazeteci

MİT Müsteşarı İbrahim Kalın, geçtiğimiz hafta CHP Genel Merkezini ziyaret etti.

3 saatlik ziyaretin içeriği gizli tutuldu. Sadece içeriği değil, Özgür Özel dışında Kalın’ın görüştüğü diğer isimler de gizli tutuldu.

“Ben şeffaflıktan yanayım” diyen Özgür Özel ise görüşmeden bir gün sonra Kübra Par’la görüşmenin içeriği hakkında şu bilgiyi paylaştı:

“Yurtdışı üye alımları sırasında CHP’ye FETÖ veya diğer terör örgütleri sızmasın diye MİT’ten istihbarat desteği istedik”

Özel’in şeffaflıktan ne kadar yana olduğunu, ayağı kırıldığı zaman yayınladığı röntgen filminden biliyoruz.

Ancak, seçildiği kurultay için “Şaibeli” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bir aydır tek kelime cevap vermediği halde MİT Müsteşarı ile ‘gizli’ görüşmenin içeriğini bir gün sonra ifşa etmesinde ‘vardır bir hikmeti’ diyoruz.

Tıpkı nereden icap ettiğini bir türlü kamuoyuna ve parti tabanına izah edemediği ‘normalleşme’ politikalarından beklediği gibi, bu ifşadan da bir beklentisi vardır muhakkak!

Peki bu talep Özel’in söylediği gibi basit ve masum bir talep mi?

Bu aslında ‘siyaset’ kurumuna ve olgusuna nereden baktığınıza bağlı.

Eğer siyaseti ‘devlet icazeti’ ile yapılan resmi/yarı resmi bir etkinlik gibi, siyaset alanına da yine böyle görürseniz bu talebe ‘normal’ diyebilirsiniz.

Eğer siyaseti ‘halkın iradesi’ ile yapılan sivil bir etkinlik ve siyaset alanını da yine böyle görürseniz bu talep için ‘skandal’ demek dışında bir seçenek kalmıyor.

Cumhuriyet Halk Partisi gibi, ömrü bir asırdan uzun dünyadaki sayılı 3-5 partiden biri olan bir parti, üye kabul etmek için MİT’ten rapor istemek dışında bir seçenek düşünmüyorsa, siyaseti artık sivil olarak sürdürmekten vazgeçmiş demektir.

Üstelik bunu hangi ortamda yaptığına bakalım;

Daha 3 hafta önce CHP’li Esenyurt Belediye Başkanı Ahmet Özer’in ‘terör örgütü üyeliği’ suçlaması ile tutuklandığı bir ortamda yapılıyor bu talep!

Özer’in tutuklanma gerekçesi, iktidara yakın medyaya şöyle sızdırıldı:

“10 yıllık takip sonucu elde edilen delillere dayanarak tutuklandı.”

Peki kim yaptı bu takibi?

Özgür Özel’in üye kabulü için yardım istediği MİT’in bu takipte bir rolü var mı?

Özgür Özel’in MİT’ten yardım istemesinden 2 gün sonra da bu kez CHP’li Ovacık Belediyesi’ne kayyum atandı.

Ovacık Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül de “terör örgütüne üye olmak” suçlaması ile hapis cezasına çarptırıldı ve ardından geldi bu kayyum kararı.

CHP bu kararın ardından heyet oluşturup Ovacık’a gönderdi.

CHP Genel Başkanı Özgür Özel, kayyum kararlarına “CHP’li ve DEM’li belediyelere atanan kayyumlardaki esas mesele halkı cezalandırmaktır. Halkın iradesine kafa tutmaktır” diye tepki gösteriyor.

Peki yarın önüne Ovacık’ın seçilmiş belediye başkanı Mustafa Sarıgül’ün terör örgütü üyesi olduğuna dair bir MİT raporu konulursa Özgür Özel bu duruma ne diyecek?

Hatta daha da ileri gidilse, CHP’nin Ankara’da olağanüstü toplantıya çağırdığı 414 belediye başkanının tamamı için farklı terör örgütleri ile ilişkide olduklarına dair raporlar konulursa, Özel’in buna karşı tepkisi ne olacak?

“MİT’in raporlarına güvenmiyorum” diyebilir mi?

Bu durumda MİT Müsteşarı İbrahim Kalım ve onu MİT Müsteşarı atayan Erdoğan, “Madem güvenmiyorsun, neden partine üye kabul etmek için MİT’ten yardım istedin?” diye sormazlar mı?

Hatırlayın, geçmişte ülkenin İçişleri Bakanlığı koltuğunda en uzun süre oturmakla övünen Süleyman Soylu “İmamoğlu döneminde İBB’ye 505 terörle bağlantılı çalışan alındı” dememiş miydi?

Nitekim daha sonra bu iddiasını ispatlamaya davet edilince de ‘siyasi eleştiri’ hakkını kullandığını söylemişti!

CHP yönetimi bir yandan devletin parti devletine dönüştüğünü, TÜİK’ten yargıya kadar tüm kurumların Saray’dan talimat aldığını söylerken, partisine yapılacak üyelik başvuruları için MİT’ten yardım istemesini nasıl izah edecek merak ediyorum doğrusu.

‘Tüm kurumlar parti devleti gibi çalışıyor, MİT hariç’ diye mi düşünüyor acaba Özel?

**

Kaldı ki, kurumların tamamı parti devletinin kurumu gibi değil de hukuk devletinin kurumu gibi çalışıyor olsa bile, bir siyasi partinin üye kabulü için istihbarattan ‘yardım’ istemesi dünyanın bütün demokratik ülkelerinde büyük bir skandaldır.

Siyasi partilerin birincil görevleri ‘iktidara gelmek’ olarak bilinir ancak değildir. Partilerin birincil görevi, siyasetin alanını ve zeminini genişletmektir. Hele ki Türkiye gibi siyasetin alanı sürekli darbelerle daraltılmış bir ülkede siyasetin alanını da ‘devlete’ devretmek siyaset kurumunun bizatihi kendisine ihanet etmektir.

Özel’in bu açıklamasını katıldığım bir canlı yayın sırasında öğrenince ilk tepkim “Partinizin başına kayyum atandı” oldu.

 

Kullandığım ifade için ‘Ağır olmadı mı’ diyen CHP’li dostlarım oldu.

Ağır değil, neden olmadığını izah edeyim:

Kayyum uygulamasının asıl amacı, siyasetin alanını daraltarak devlet otoritesinin alanını genişletmek.

O yüzden bir belediye başkanı görevden alındığında belediye meclislerinde seçim yapılarak yerine bir başkan seçilmesi istenmiyor.

Bunun tek istisnası 2017’de yaşandı.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, Balıkesir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Edip Uğur, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe’ye başkanlıktan el çektirdiğinde yerlerine kayyum atamak yerine belediye meclislerinde seçimler yapıldı. Çünkü tüm bu belediye meclislerinde AKP-MHP koalisyonu çoğunluk durumundaydı ve görevden alınan başkanların yerine yine AKP’li başkanlar seçildi!

Çünkü Erdoğan’ın siyaset anlayışında siyaset yapma hakkı AKP’lilere ayrı diğerlerine ayrı tanımlanmış bir hak!

Tam da bu nedenle siyasetin alanını genişletmek bir yana, 12 Eylül darbecilerinin dahi aklına gelmeyen, Erdoğan’ın giderek otoriterleşen 22 yıllık iktidarında dahi dile getirmeye cesaret edemediği ‘parti üyeliği için MİT’ten onay şartı’ gibi bir garabeti ana muhalefet partisinin genel başkanı dile getiriyorsa, ya o partinin başına kayyum atanmıştır ya da o genel başkanın zihni ‘kayyum’ zihniyeti tarafından ele geçirilmiştir.

Bunun başkaca bir izahı olamaz.

Kılıçdaroğlu’nun tarihi savunması

CHP’nin 7. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, hakkında hapis ve ‘siyasi yasak’ istenen davanın Cuma günü Ankara Adliyesi’nde görülen duruşmasına katıldı.

Kılıçdaroğlu hakkında aynı zamanda milletvekili olduğu CHP Genel Başkanlığı dönemince Erdoğan hakkında yaptığı eleştiriler nedeniyle ceza isteniyor. Üstelik bu cezalardan biri de ‘siyaset yasağı’ cezası.

Bakın burada da iki türlü siyasetin alanını daraltma girişimi var.

Birincisi Kılıçdaroğlu’na yasak getirerek doğrudan siyasetin dışına çıkarmak.

İkincisi ise, aslında siyaset yapan herkese gözdağı vererek ‘dokunulmazlıklarınız sizi korumaz’ mesajı vermek.

Üstelik ülkenin Adalet Bakanı, duruşmadan bir gün önce “Siyaset yapanlar örnek alırsa onların sonu da bu eski genel başkan gibi olur. Siyasetçilerimiz için ibret vesikasıdır” diyerek tüm siyasetçilere parmak salladı.

Kemal Kılıçdaroğlu ise “Eğer yüreğin yetiyorsa yarın mahkemeye gel ve efendine söyleyeceklerimi dinle, dinle belki ibret alırsın” diyerek siyasete gözdağı veren Bakan’a meydan okudu.

22 Kasım sabahı Ankara Adliyesi’nde Kılıçdaroğlu vardı ama meydan okuduğu Bakan yoktu!

Üstelik Ankara Adliyesi’nde sadece Kemal Kılıçdaroğlu da yoktu.

Adliye kapısında Türkiye’nin çeşitli illerinden gelmiş bekleyen binlerce insan vardı.

Üstelik öyle CHP il/ilçe örgütleri ya da CHP’li belediyelerin kaldırdığı araçlarla gelen insanlar da değildi o kişiler.

Kimi kendi aracıyla gelmiş, kimi otobüsle, kimi de trenle.

Kazım Bilgen’in ‘Adalet Otobüsü’ de oradaydı ama Adliye önünde durmasın diye polis çektiği için duruşma sırasında orada olamadı.

Hafta içi olduğu için çalışanlar iş yerlerinden izin alarak geldiler.

Duruşmanın saat 14.00’da başlayacağı ilan edilmişti.

Geceden yola çıkanlar sabah saatlerinden itibaren adliye önündeydi çoktan.

CHP’li belediyelerin kumanya ve yemek dağıttığı bir etkinlik değildi. Çoğu simit yiyerek adliye bahçesinde duruşma saatini bekledi.

Kemal Kılıçdaroğlu, yanında ailesi ve Ayşe Ateş ile birlikte savunma yapmak üzere Ankara Adliyesi’ne geldiğinde ise coşku tavan yaptı.

Adliye önünde bekleyen binlerce kişinin “Hak, hukuk, adalet!” ve “Halkın umudu Kılıçdaroğlu!” sloganları arsından geçerek adliyeye girdi Kılıçdaroğlu.

Daracık bir salona sıkıştırılan duruşma nedeniyle salona çok az kişi alınabildi.

Siyasi bir davanın savunması da tabii ki hukuki değil siyasi olacaktı. Nitekim ortada hukuki bir suçlama değil, tamamen siyasi bir suçlama vardı.

Zaten Kılıçdaroğlu da “Savunma yapmaya gidiyorum sanmayın, Erdoğan’dan yaptığı ve yaptırdığı yolsuzlukların hesabını sormaya gidiyorum” demişti.

Tam da söylediği gibi oldu.

Kemal Kılıçdaroğlu, Ankara 57. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülen davanın duruşmasında savunma yaparken/ Fotoğraf: X

Tarihin her döneminde iktidarların mahkemeleri, halkın da avukatları, savunucuları olmuştur.

Yine öyle oldu!

Kılıçdaroğlu o gün o duruşma salonuna aslında cebinde pek çok vekaleti koyup gelmiş bir savunman olarak gelmişti.

Daha geçtiğimiz günlerde İzmir’deki yangında hayatını kaybeden 1 yaşındaki Aras Bulut’un, 2 yaşındaki Masal Işık’ın, 3 yaşındaki Aslan Miraç’ın, 4 yaşındaki Funda Peri’nin ve 5 yaşındaki Fadime Nefes’in vekaleti ile oradaydı.

Sadece onlar mı?

Oğuz Arda Sel’in, Samet Özgül’ün, Sinan Ateş’in vekaleti cebinde, arkalarında adalet arayan ailelerinin desteğini de alıp gelmişti.

Gezi’de katledilen Ali İsmail’in, Abdocan’ın, Mehmet Ayvalıtaş’ın, Abdullah Cömert’in, Ethem Sarısülük’ün, Ahmet Atakan’ın, Berkin Elvan’ın hakkını aramak için oradaydı.

Yenidoğan çetesi denen soysuz yapının daha fazla para kazanmak için hayatına kıydığı tüm yavrularımız ve onların geride kalan gözü yaşlı aileleri için savunma yapacaktı.

Soma’da, Amasra’da, Ermenek’te, İliç’te, Elbistan’da ekmek parası için yerin altında can veren madencilerin de vekaleti cebindeydi Kılıçdaroğlu’nun .

12 yaşında 13 kurşunla katledilen Uğur Kaymaz’ın, yine 12 yaşındaki minik bedeninin parçaları annesi tarafından toplanarak eteğinde taşıdığı Ceylan Önkol’ın, Uludere’de hayatını kaybeden 34 yurttaşımızın vekaletini de sadece cebinde değil aynı zamanda omuzlarında ve vicdanında taşımanın sorumluluğu ile gelmişti Ankara Adliyesi’ne.

Ceren Özdemir’in, Özgecan Aslan’ın, Pınar Gültekin’in, Gülistan Doku’nun, Nadira Kadirova’nın, Rojin Kabaiş’in de vekaleti…

Leyla Aydemir, Rabia Naz, Narin Güran ve koruyamadığımız, yaşatamadığımız bütün çocuklarımızın vekaleti…

Katledilen her kadınımızın, uyuşturucu baronlarına kurban edilmiş her çocuğumuzun ve gencimizin bu ülkenin yönetiminde tek bir gün bile olsa söz sahibi olmuş her bir kişiden alacakları olan yaşam haklarının hesabını sormak için duruşma salonundaki yerini almıştı.

Sadece Kemal Kılıçdaroğlu olarak değil, sadece Cumhuriyet Halk Partisi’nin genel başkanlığı görevini yapmış biri olarak değil, “Bu ülkede yetimin tek kuruşunu yedirmeyeceğim” dediği için, “Bu ülkede tek bir çocuk yatağa aç girmeyecek” dediği için, “Bu milletin ekmeğine göz dikenlerin gözünü oymazsam namerdim” dediği için o duruşmada teknik olarak ‘sanık’ koltuğunda otursa da, tarihsel olarak ‘yargıç’ kürsüsünde oturuyordu.

Savunmasına da “Ben buraya işlediğim bir suçtan ötürü kendimi savunmak için değil, işlenen suçları kayıtlara geçirmek, hesabını sormak ve tarihe not düşmek için geldim” diyerek başladı.

“Ne mutlu ki bana, mahkeme karşısına, ‘Rüşvet’ suçundan çıkmadım. Ne mutlu ki bana, ‘yetim hakkı yiyen zimmet suçlusu bir hırsız’ olarak karşınıza çıkmadım Ve yine ne mutlu ki bana Sayın Yargıç, karşınıza ‘Vatana ihanetten’ de çıkmadım. Karşınıza Sayın Yargıç, ‘Hırsıza hırsız dediğim için çıktım” diye devam eden savunma, Türkiye’nin siyasi tarihine damga vuran savunmaları arasında şimdiden yerini aldı.

Tarihi savunmasını yaptıktan sonra da adliyeden ayrıldı Kemal Kılıçdaroğlu.

Adliyeden çıkışında yanında CHP Genel Başkanı Özgür Özel ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş da vardı.

Çıkışta da aynı sloganlar Ankara Adliyesi’nin önünde yükseldi.

“Hak, hukuk, adalet!”
“Halkın umudu Kılıçdaroğlu!”

CHP’nin 7. Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Safları sıklaştırın” çağrısına yanıt veren binlerce kişi safları o kadar sıklaştırmıştı ki, adliye çıkışında yanındaki Özgür Özel ve diğer kişiler izdihamda ezilme tehlikesi bile atlattı!

Fenalık geçirenler oldu.

Tabi kalabalık nedeniyle fenalık geçirenler olduğu gibi, o gün orada olmadığı halde o kalabalık nedeniyle fenalık geçirenler de oldu.

Onlar kimler mi?

Başta bu davayı açarak Kemal Kılıçdaroğlu’nu siyasetin dışına itmek isteyenler tabii ki.

Sadece onlar mı?

Kılıçdaroğlu’nun siyaseten yok edilmesinden ‘siyasi çıkar’ umanlar ve onların beşinci kol faaliyetlerini yürütenler de fenalık geçirdi.

Yapılan tarihi duruşmanın ülkedeki milyonlarca kişide yarattığı heyecan ve umut, adliye kapısındaki binlerce kişinin güvendikleri bir siyasetçiye karşı duydukları güven ve samimi bağlılık, birilerine fenalıklar geçirtti.

Zaten ne kadar fenalaştıklarını da yaptıkları paylaşımlarla ve yayınlarla gösterdiler.

Nitekim tarih bir kez daha hükmünü icra etti.

Yargılamak isteyenleri sanık, yargılanmak isteyeni kahraman koltuğuna oturtan bu duruşma aslında ‘halk için’ yapılan siyasetin karşılığının yine halk tarafından verildiği bir ‘ibret vesikası’ olarak tarihteki yerini almış oldu.

Ve tabii ki her siyasi olayın bir siyasi okuması da yapılacaksa, kendisini siyasetten silmek için yemin etmiş sağlı/sollu saldırılar Kılıçdaroğlu’nun siyasi ağırlığından eksiltmediği gibi saldırıların dozu arttıkça gösterilen dirence paralel olarak Kılıçdaroğlu’nun siyasi varlığını ve ağırlığını daha da büyütmüş.

YAZARIN DİĞER YAZILARI