Ötekileştirmeciliği eleştirenler, empatiden söz edenler, diyaloğa açık olduğunu beyan edenler ne zaman ki birileri tarafından eleştiriliyor, ötekileştirmecinin de sekterin en hası çıkıveriyor içlerinden… Bu, bugüne has bir durum olsa belki anlaşılır da, ne yazık ki hep böyleydi.
Eleştiriye tahammülsüzlük, ‘sürekli saldırıya ve baskıya uğramış olmaktan kaynaklı’ her zaman kendilerinin haklı olduğuna inanmak ve iddia etmek gibi bir eğilimin bu cenahta müzmin bir alışkanlık haline gelmesinden bu yana çok zaman geçti. Hele ki eleştiri yakın çevrelerinden ya da onlara bir ölçüde destek veren insanlardan geliyorsa!..
Aslına bakarsanız; mesele bir anlamda ‘her fikrime katılmıyorsan bizden değil onlardansın’ gibi bir noktaya evrileli de bayağı bir zaman oldu.
Nerede o empati, nerede o woke kültür söylemleri falan?
Trajikomik olan ise bu yaklaşımların önemli bir kısmının ‘Cihangir entelijansiyası’ ya da ‘çok bilmiş Türkiye sosyalistleri’ tarafından dillendiriliyorken, ki bunları çok da ciddiye alan yoktu, DEM Partinin kuruluşundan sonra parti sözcülerinden böylesi çıkışlar gelmeye başlaması hiç iyi bir gelişme değil.
Bu da garip, zira Kürt siyasî hareketi, uzun bir süredir ‘woke kültür’ü bir ideoloji gibi benimsemeye başlamış, yani ‘hak mücadelesi, empati, hissedilen siyaset’ gibi bir çizgiye yakın söylemler üretiyordu. Yine bu noktada, bir grup kendinden menkul aydın ve sınıf mücadelesinden kopuk sosyalistle siyasal islama sempatiyle bakan ‘münevverler’in bu söylemleri geliştirmekte bayraktar olduğu dikkat çekiyordu.
Her eleştiriyi saldırı olarak algılamak radikal demokratların ayrıcalığı mı?
Ernesto Laclau’nun radikal demokrasi kavramı ya da Murray Bookchin’in anarşistik yaklaşımlarını telaffuz etmekte zorlanan bu kesimler, woke kültürün sade suya tirit söylemlerini çok sevmişti!
Tutarlı olmaya bile gerek yoktu ki, hissetmelerin ideolojilerin yerini aldığı ortamda, savrulmak mümkündü. Kimlik meselesi, çevre, dinsel özgürlük, çeviri kokan sloganlar yetiyordu da artıyordu bile. Bugün gelinen nokta işte tam da bu!.. Ve bu haliyle biraz mürekkep yalamış İhvancı kanaat önderleri kadar ‘esnek’ ve ‘saldırgan’ olabiliyorlar! Her meselede bir şekilde cumhuriyeti suçlu bulmak gibi bir seviyesizlik biraz da bu sebeple… Ya da Suriye’de Baas rejimine hakaretin her türlüsünü yapıp HTŞ teröristlerine müsamahayla yaklaşmak da öyle!
Çok uzattım farkındayım, ancak bu eğilimi tarif etmeden, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin sözcülüğünü üstlendiği ‘Terörsüz Türkiye’ sürcinde, en azından bazı DEM Partili veya Kürt siyasetinin önde gelen isimlerinin açıklamalarını anlamakta zorlandığımız aşikâr!
Bir fotoğraf değil mesele bir davranışsal alışkanlık
Mesele bir fotoğraf meselesi kadar basit olsa, değinmeye bile gerek yok. “Herkes hata yapar, herkes bazen vermek istemediği bir görüntüyü vermek zorunda kalır” deyip geçebiliriz. Peki öyle mi? Bu istisnaî bir durum mu? Hiç de değil!..
‘Terörsüz Türkiye’ süreci başladığında Sırrı Süreyya Önder’in açıklamalarını bir hatırlayın. O Bahçeli güzellemelerini, o abartılmış din eksenli kardeşlik söylemlerini ve diğerlerini!..
Bunun süreci sahiplenmek ya da ‘sıcak bir ortam oluşturmak’ amacıyla yapıldığı iddiasına da katılmak mümkün değil. Zira böyle bir sürecin işlemesi öncelikle akıl ve bir yol haritası gerektirir. O yol haritası ise tarafların ortaklaşa hazırlayacağı bir şeydir. Ve bu da arabesk nameler ve her iki tarafın kendi tabanına yüksek dozda enjekte etmeye çalıştığı ‘hamasî’ söylemlerle olacak iş değildir.
Öyle olduğunda, biri ‘Türk yüzyılı’ öteki ‘Kürt yüzyılı’ diye bir süreç tanımlar. O da Diyarbakır’daki pazarda şüpheyle karşılanır, Halep pazarında hiç tutmaz!
Ne her kuş kargadır ne de her eleştiri Kürt düşmanlığı
Şimdi biraz geçmişe gideceğim. Önce ABD’nin Irak’ı işgal sürecine ve o dönemde aklımda kalan tartışmalara… Kayıtsız koşulsuz bu işgali desteklemeyenlere neredeyse ‘ırkçı, Kürt düşmanı’ yaftası yapıştırılıyor, hatta ‘anti-semitik’ suçlamaları yapılıyordu.
Bu ‘anti-semitik’ zırvasının sebebi, hangi uyduruk kanaat önderinin ağzından çıktıysa, Barzan aşiretinin Yahudi olduğu ve hatta kayıp 13. kabile olduğu iddiasıydı. Şimdi aktaracağım anıyı uydurduğumu düşüneceksiniz, ancak böyle bir anı uydurmak için manyak olmak gerekir!
Irak işgali tamamlanmış, Güney Kürdistan’da özerk bir Kürt yönetimi oluşmak üzere… Sıkça farklı Kürt siyasî oluşumlarından arkadaşlarla tartışıp duruyoruz. Aşiret lideri Barzani yere göğe konamıyor, ideolojisi tartışılmıyor. Sürecin geleceğine ilişkin ütopyalar havalarda uçuşuyor. Soru sordunuz mu ya da farklı bir fikir ileri sürdünüz mü, bir anda hepsi kibarca ‘kes sesini’ demeye getiriyor. Ya da ‘ikna odası’ benzeri bir cendereye alınıyorsunuz. İkna argümanlarından en saçmasını paylaşayım. Ruh halini anlamanıza yararı olabilir.
Liberal bir Kürt arkardaşım “Benim ailem de Barzan aşireti gibi Yahudi kökenli” deyivermişti. Ben de herhalde elinde bir belge bilgi var diye mal mal dinlemeye kalktım. İşte açıklama: “Çocukken, bir rastlantı dedemi yıkanırken çıplak görmüştüm, yarım sünnetliydi!” Bu kadar!.. Ve işte hatırlayacağınız üzere, bu sebeple İsrail Irak Kürt Bölgesi Yönetiminin hamisi olacak, zaten ABD de sonuna kadar destekleyecekti. Yıllar sonra bağımsızlık referandumunda olup bitenleri de hep beraber gördük!
Yakın tarihten ders almak dururken niyet okumak mıdır doğru olan?
Gelelim ‘Çözüm Süreci’ne… “Bu mesele halka açık biçimde ilerlemeli ve yeri TBMM olmalı” diyenleri ‘kafatasçı’ diye suçlamalar mı, ‘ulusalcı’ etiketi yapıştırmaları mı, yoksa ‘Kürt düşmanı’ olarak hedef göstermeleri mi, say say bitmez. Eleştirilere verilen cevaplardan biri ise “Tabii ki devletle görüşeceğiz. Başka yolu yok” oluyordu. Sanki birileri “Devletle görüşmeyin” demiş gibi… Sürecin şeffaf olması gerektiği uyarısına o zaman kulak tıkanmıştı!
Ve sürecin sonunu hatırlıyorsunuz. Daha sonra Türkiye’de demokrasinin nasıl adım adım silindiğini de… Kapalı kapılar ardında yapılan pazarlıklarla bu meselenin çözülemeyeceği, hele ki bu siyasal islamcılarla çözülemeyeceği o zaman netleşmeliydi.
Tarihten, hele ki yakın tarihten ders alınmayınca, aynı hatalar yapılır. Bugün de Cumhur İttifakının ‘Terörsüz Türkiye’ diye adlandırdığı süreç, yine şeffaf olmayan, sözde bir komisyonla şeffafmış gibi gösterilen bir süreç. Üstelik bugün bir de Suriye sorunuyla iç içe geçmiş halde…
Hangisi kötü niyet, hangisi gerçek niyet?
Bugüne gelip devam edeyim. Eleştirilere kulak tıkanıyor, yine eleştirenler suçlanıyor. Barışa karşı olmayan, bugüne kadar Kürt meselesinin çözümü için destek verenlerle bu meseleyi çözümsüz bırakmak isteyenler bilinçli bir şekilde aynı kefeye konuyor. Sanki süreç şahane yürüyormuş gibi bir izlenim bırakılmaya çalışılırken, DEM Parti yönetimi değilse de bu partinin bazı çevreleri galiz küfürler, üstenci tutumlar ve ideolojisiz argümanlarla eleştiren kim olursa olsun saldırıyor.
Mesele fotoğraf değil, zihniyet ve davranışsal alışkanlıklar… O sebeple hiç kimse bir fotoğrafa indirgemeye çalışmasın. Ki partiden ilk gelen açıklama biraz öyleydi.
DEM Parti Eş Genel Başkanı Tülay Hatimoğulları, o fotoğrafın çekildiği anı koruma yoğunluğuna bağladı. Hatimoğulları, “Orada çok ciddi bir itiş kakış vardı, masalar devrilmek üzereydi. Bizim de ayakta durmakta zorlandığımız bir andı. Fotoğraf karesi tam o esnada çekildi. İnsanlar ayakta kalmaya çalışıyordu” dedi.
Bu açıklamanın kimseyi tatmin etmediği anlaşılınca, ki bu tatmin olmayanlar arasında DEM Partinin seçmen kitlesi de hiç az değildi. Bu kez DEM Parti Eşbaşkanı Tuncer Bakırhan devreye girdi ve uzun bir açıklama yaptı: “Müzakereye de açık yaklaşırız, samimi yaklaşırız, mücadeleyi de açık yaparız. Cezaevini, baskıları, kapatılmayı dikkate almadan doğruyu söyleriz. Şimdi böyle bir geleneği bir fotoğrafla, iktidarla ilişkilendirmek, başka anlamlar yüklemek gerçekten çok kötü çünkü açıkça sizin aracılığınızla söylüyorum; bunu yapanlar iyi niyetli değil. Bunu yapanların niyeti kırılgan olan Kürt kitlesini aslında muhalefet zemininden uzaklaştırarak tepkilendirecek bir noktaya getirmektir”.
Gördüğünüz üzere, yine o genellemeci tutum, yine o ötekileştirmeci yaklaşım, o basmakalıp niyet okuma!
Ezeli muhalifleri kırmak sadece yalnızlaşmayı getirir
Haksızlık etmeyeyim, Bakırhan’ın açıklamasının konumuzu ilgilendiren bu kısmını aldım, yoksa onun dışında konuşmanın önemli bir bölümüne ben de katılabilirim.
DEM Parti ve bağlaşıklarının ve Kürt siyaseti adına konuşanların bu davranıştan ve üsluptan uzaklaşması gerektiğini düşünüyorum. En azından bu kez bu hatayı tekrarlamamalılar.
Bugün Selahattin Demirtaş’ın tahliyesini bekleyenler hayal kırıklığına uğramışken, bugün Halep’in iki mahallesinde sıcak çatışmalar gündeme gelmişken hele!
Çözümü istemeyenler tabii ki vardır, ancak bugüne kadar bu harekete her şeye rağmen öyle böyle destek verenlere haksızlık etmek, yarın Kürt siyaseti açısından daha yalnızlaşmak dışında bir sonuç getirmez.
Kötü niyet aramak yerine aklı kullanma zamanı olsa gerek!