Türkiye Cumhuriyeti, tarihininde pek çok askerî ve sivil darbeyle dönüştürülme girişimiyle karşı karşıya kaldı. Bu darbeler arasında, ülkeyi bu duruma getiren en önemli askeri darbe, ABD ve bağlaşıklarının uzun süreli kanlı provokasyonlarıyla yolu açılan 12 Eylül Askerî Darbesi’ydi.
Eğer bugün Cumhur İttifakı sayesinde, siyasal islamcı otoriter rejim iktidarında cumhuriyetin tüm kazanımlarına yönelik bir saldırı sürüyorsa, bunu projenin başladığı gün 12 Eylül 1980’dir. Tabii kökleşmiş bir cumhuriyetin kazanımlarını yıkmak, tek bir askerî darbeyle mümkün olmadığı için, pek çok siyasî komplo ve sivil darbeye ihtiyaç duydu emperyalistler ve onların maşaları…
Artık askerî darbe ‘out’ olduğu için bunu sivil darbeler silsilesiyle yapmayı tercih ettiler. 15 Temmuz darbe girişiminin de bu sivil darbelerin yolunu açmak için kullanılan bir araç olduğunu hatırlatmak önemli, zira ondan sonra olup bitenlerin hepsinin Washington-Londra-Brüksel hattında hazırlanmış bir yol haritası olduğunu görmemek için kör olmak gerek!
ABD’njin ‘Bizim Çocuklar’ı bu kez üniformasız
12 Eylül darbesi neyse, bence 16 Nisan 2017 referandumu da o kadar haince bir kumpasın önemli bir dönüm noktasıydı. O güne ilişkin birkaç gözlemimi paylaşarak devam edeyim.
Şişli’nin Gülbahar mahallesinde bir okulda Oy ve Ötesi’nin okul sorumlusuydum.
Yanılmıyorsam okulda 14 sandık vardı. Tek bir oyu çalmamaları için canla başla çalışıyorduk. Öğlene kadar herhangi bir sorun çıkmamıştı, ardından AK Parti ve MHP müşahitlerinin önce suratları asılmaya başladı, sonra bazı sandıklarda hırgür çıkarmaya başladılar.
Genel kanı referandumda hayır oylarının önde gittiği yönündeydi. Bir süre sonra Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) yasadışı kararı duyuldu. Şu meşhur ‘mühürsüz oylar’ın da geçerli sayılacağı kararı!.. Tabii anında muhalefet partilerinin de isyanı!..
Eğer ki YSK’nın bu kararı olmasaydı, bugün cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi (CHS) de olmayacaktı. Bu kadar otoriter ve ülkeyi kaosa sürükleyen bir rejim altında ezilmeyecektik. Bunun yanı sıra ‘Türkiye Ekonomi Modeli’ denen o akıldışı model uygulanamayacak, ülke tarihinin en büyük servet transferi ve ekonomik kriz de büyük olasılıkla yaşanmayacaktı.
Pompalı tüfekli çeteleri hatırlayın
Bu AK Parti iktidarlarının sınır ötesi bağlaşıklarının desteğiyle örgütlediği bir sivil darbeydi ve belli ki referandum gününde alelacele tezgâhlanmış değildi. Zira oy verme saati sona erdikten sonra, pek çok yerde pompalı tüfekli çetelerin yollara düşmesi ve kolluk kuvvetlerinin buna göz yummasından da anlaşılacağı üzere, öyle bir gün öğleden sonra organize edilmiş olamazdı.
Kenar mahallelerdeki ergenlerin ceplerine 50-100 TL sıkıştırıp kamyonetlere doldurup, onların ağabeylerine de pompalı tüfekleri her kim verdiyse, bir de onları yönlendirecek birilerini görevlendirmişti. Bu görevlendirilmiş tiplerin bir bölümünün MHP’li olduğunu bizzat gördüm. İlçe ve il örgütlerinden AK Partililerin de oralarda olduğunu söylemek mümkün.
Amaç, halkın YSK kararına isyanını sindirmekti, mümkün olduğunca herhangi bir çatışma istemiyorlardı belli ki! Bunu da Şişli İlçe Seçim Kurulunun bulunduğu binaya yaklaşık 1 kilometre kala Mecidiyeköy’e gelmeden Gayrettepe yönüne dönen kamyonetlerden dolayı söylüyorum. Çünkü Şişli’de yaklaşık bin kişilik, genelde CHP’li yaşlı teyzeler ve sosyalist gençlerden oluşan bir grubun protesto yapıyor olmasıydı. Bu hemen hemen yurdun her yerinde işleyen bir komploydu.
İlçe seçim kurullarının önünde birkaç bin kişi vardı sadece
Sanırım protestolara katılımın pek de kalabalık olmadığını anlayana kadar bu silahlı gövde gösterisi sürdü, sonra bu birileri tarafından örgütlenmiş lümpen sürüsü inlerine döndü. Eğer protestolar güçlü olsaydı, büyük olasılıkla bir B planları da çantada bekliyordu!
Bunu anlatmamın sebebi; başta CHP olmak üzere, muhalefet partilerini oturdukları koltuklardan “Ödlekler sokağa çıkamadılar, referandumu iptal ettiremediler” diye eleştiren o konformistlere bir cevap vermek!
Muhalif parti kurmayları biliyordu ki, bu zart zurt edenlerin hiçbiri böyle bir çağrı yapsalar yine o birkaç bin kişilik kitledeyi oluşturan insanlar dışında pek az insanın dışarı çıkacağını bilecek kadar fikir sahibiydiler. Yani o günkü koşullarda öyle geniş katılımlı bir protesto olamayacağına neredeyse adım kadar eminim. Bırakın onu, sandıklarda yeterince müşahit bile bulmakta zorluk çekilmişti 16 Nisan günü!
Yüzde 70 bu rejimden hiç memnun değilse…
Sonuçta ne oldu? Bir referandum kararıyla milletin iradesine darbe yapıldı, onuru çiğnendi ve anayasanın 18 maddesinin değiştirilmesi sağlandı.
O günden bu yana, Türkiye’de olup bitenleri hep birlikte izliyoruz. Artık bundan birkaç yıl öncesine lanet okumanın, ahlanıp vahlanmanın bir faydası yok! Ki biz millet olarak ne hikmetse buna pek bir meraklıyızdır. Lafta kabadayılık ve arabeskte üstümüze yoktur!
Ancak şu da bir gerçek ki, o gün bu milletin en az yüzde 55’i bu ne idüğü belirsiz başkanlık sistemine karşıyken, bugün bu oran en az yüzde 70’ler civarında… Yine bu rejimin gayrimeşru olduğuna inananların sayısı yüzde 60’lara dayanmış görünüyor.
Bu da muhalefet blokuna bir fırsat sunuyor; rejimi hedefe koyup, meseleyi bir parti meselesinin ötesine taşıyarak gayrimeşruluğu gündeme getirmek ve hep gündemde tutmak. Defansif olmak yerine ofansif olmak…
Bu açıdan İYİ Parti, Yenilik Partisi, CHP ve Zafer Partisi’nin YSK’nın bu yıllar önce aldığı kararı mahkemeye taşıması çok değerli bir girişim. Başvurunun Ankara 45. Asliye Hukuk Mahkemesine yapılmış olması da ayrıca önemli…
‘Milli İrade’ ve ‘Milli Onur’ meselesi
Zafer Partisi Genel İdare Kurulu Üyesi Avukat Sevdagül Tunçer, bir video paylaşımı yaparak bu başvuruyu yapma gerekçesini çok net biçimde açıklamış:
“Asıl usulsüzlük, 86 milyonun kaderini değiştiren ve toplumun vicdanında hiçbir zaman kabul görmeyen o referandumda yapılmıştır ve bu mesele yalnızca hukukun değil, milli iradenin ve milli onurun meselesidir. Milli iradeye sahip çıkmayı görev bilmekle birlikte, iktidarın düşman ceza hukuku uygulamalarının yanı sıra düşman usul hukuku uygulamalarına karşı tarihe not düşmeyi de, muhalefet mensubu olarak anlamlı buluyorum”.
Çok doğru değil mi?
Siyasi partilerden yurttaşlara toplumsal bir hareket yaratmak
Eğer ki bu başvuru siyasi partiler ölçeğinde kalmaz da, yurttaşlar da bir araya gelip bu davaları çoğaltırsa, bu rejimin yasadışı uygulamalarına karşı yeni bir cephe açılması işten bile değil. Bu itirazın toplumsallaşması demek, rejimi sorgulamak açısından altın değerinde bir fırsat sunacaktır.
Elini taşın altına koymaya hâlâ niyeti olmayan sözde muhalif güruhtan birkaç ukalanın, “Ne olacak ki, sanki mahkeme referandumu mu geçersiz sayacak?” benzeri tepkileri duyar gibiyim.
İşte cevabım: “Yok kardeşim aptal değiliz. Tabii ki mahkemeden böyle bir karar çıkmayacağını herkes biliyor. Mesele hem rejimin hem de bağımlı yargının sorgulanmasını sağlamak ve bundan böyle meseleyi sadece AK Parti ile mücadeleden bir rejim sorunu meselesine taşımak”.
İşte altın fırsat bu, aynı zamanda bu muhalefetin yeniden konsolide olması açısından da önemli bir fırsat yaratacaktır.
Önce diğer muhalif partiler, ardından sivil toplum örgütleri ve tek tek yurttaşların mahkemelere başvuru yapmasını örgütleme zamanı… Siyasi mücadeleyi bir üst safhaya taşımanın fırsatı bu. Biliyorum ve umuyorum ki, bu konuda gerekli çabayı harcayacak fazlasıyla yurtsever var bu ülkede!..