Emekçi Hareket Partisi’nin 20-21 Aralık tarihlerinde düzenlediği “Alternatif Bir Ekonomi Programı Sempozyumu”nda konuşmacılar birçok önemli tespitlerde bulundu.
Birinci Oturum:
Sempozyumda üç oturum yapıldı. “Gelir Dağılımında Adaletli Bölüşüm” başlıklı birinci oturumda; Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir, Prof. Dr. Hasan Tekgüç ve Doç. Dr. Selin Pelek sunumlarını gerçekleştirdi. Oturumun başkanlığını Ar. Gör. Gülşah Suileten üstlendi.
“Sermaye kamu gücünü aşarsa o ülkede insan hakkı yoktur”
Sempozyumun açılış konuşmasını yapan Prof. Dr. İzzettin Önder, hükümetlerin asgari ücreti artırmama tercihini “ekonomik zorunluluk” değil, “siyasi tercih” olarak değerlendirdi. Türkiye’nin kapitalist düzen içinde kendi yolunu bulamayacağını söyleyen Önder, “Bu ülkede sermaye kamu gücünü aştı, kamu gücü ezildi; emekçiler ve emekliler ezildi” ifadelerini kullandı.
Türkiye’nin kalkınma anlayışının eksik bir toplumsal yapı üzerine kurulduğunu vurgulayan Önder, İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan küresel kurumların rolünü de hatırlattı: “Neoliberal politika, kapitalizmin en özgün haline gitmek demektir. IMF ne yaptı? Devleti küçülttü, özelleştirmeleri dayattı. ‘Bütçe açığı vermeyin’ dedi, ‘piyasadan borçlanın’ dedi ve faizleri yükseltti. Devletin altyapısı, özel sermayenin altına girdi. Devlet garantili altyapı çalışmaları yapıldı, şimdi onların faturalarını ödüyoruz.”
“Burjuva iktisadı asosyaldir, apolitiktir, ahistoriktir”
Sempozyumun “Gelir Dağılımında Adaletli Bölüşüm” başlıklı ilk oturumunda konuşan Prof. Dr. Gamze Yücesan Özdemir, mevcut iktisat anlayışının toplumsal gerçeklikten kopuk olduğunu vurguladı. Özdemir, “Burjuva iktisadının rakamlarıyla yapılan değerlendirmeler gerçeği yansıtmaz. Burjuva iktisadı asosyaldir, apolitiktir, ahistoriktir. Buna karşı ekonomiyi rakamlardan ibaret görmemek, sınıf analizi ve tarih analizinden ayrılmamak gerekir,” dedi.
“İşçilerin sosyal olarak bir araya gelebildikleri ortamlar çok daraldı. Vakıf, dernek, örgüt, sendika gibi yerlerde bulunmuyorlar. Kendi kamusallıklarından uzaklaşmış durumdalar,” ifadelerini kullanan Özdemir, bunun sınıfsal bilincin zayıflamasına yol açtığını belirtti.
Özdemir, reformcu yaklaşımların sınıfsal çatışmayı görmezden geldiğini söyleyerek, “Temel vatandaşlık geliri”, “adil geçiş”, “tekelleşmeye karşı rekabet”, “şeffaflık” ve “makul vergi politikaları” gibi kavramların sermaye ile uzlaşan, sistem içi çözümler olduğunu vurguladı.
“Ne olmalı?” sorusuna yanıt veren Özdemir, “Üretim araçlarının toplumsallaştırılması, planlı ekonomi, merkezi planlama örgütlerinin kurulması, kamu yatırımlarının artırılması, emek rejiminin dönüştürülmesi ve bölüşümün yeniden düzenlenmesi gerekir,” dedi.
“Gelir dağılımı 2020’den itibaren görülmemiş biçimde bozuldu”
Prof. Dr. Hasan Tekgüç (Kadir Has Üniversitesi, Ekonomi Bölümü), son yıllarda gelir dağılımındaki eşitsizliğin derinleştiğini belirtti. Tekgüç, “Gelir dağılımı 2020’den itibaren görülmemiş biçimde bozuldu. AKP iktidarı döneminde duble yollar sayesinde ihracat arttı, ancak negatif faiz politikası nedeniyle enflasyon da yükseldi,” dedi.
Ekonomik bozulmanın toplumsal yapıyla birlikte okunması gerektiğini vurgulayan Tekgüç, Erdoğan’ın pro-natalist söylemine rağmen doğurganlık oranlarının düşmeye devam ettiğini söyledi. “1997 yılında hayata geçirilen 8 yıllık eğitim reformu, AKP iktidarı döneminde sosyal ve toplumsal sonuçlarını vermeye başladı,” ifadelerini kullandı.
“Yaşlı yoksulluğu, sigorta sisteminin değil toplumun sorunu”
Doç. Dr. Selin Pelek, Türkiye’nin hızlı bir demografik dönüşüm yaşadığını vurgulayarak, “Kadın başına doğurganlık oranı 1,5’e düştü. Bu oran Norveç’ten bile düşük. Türkiye artık çok yaşlı ülkeler kategorisinde,” dedi.
Pelek, yaşlı nüfusun giderek artmasına karşın sosyal güvenlik sisteminin bu dönüşüme yanıt veremediğini belirtti. “İş cinayetlerinde dahi yaş ortalaması yükseliyor. Emeklilik dönemi artık dinlenme değil, ikinci bir çalışma dönemi haline geldi,” diyen Pelek, emekli maaşlarının asgari yaşam standardının altında kaldığını söyledi.
“Yaşlı yoksulluğu, klasik yoksulluk biçimlerinden farklı çünkü buradan çıkış yok,” diyen Pelek, bu durumun sadece ekonomik değil, toplumsal bir sorun olarak görülmesi gerektiğini vurguladı.
İkinci Oturum:
Sempozyumun ikinci oturumu “Kriz ve Kâr Oranlarındaki Düşme Eğilimi” başlığıyla gerçekleştirildi. Oturumun başkanlığını Doç. Dr. Benan Eres yaptı.
Oturumda Prof. Dr. Ahmet Tonak, Dr. Ozan Mutlu ve Dr. Ekin Değirmenci sunumlarını gerçekleştirdi. Konuşmacılar, kapitalist sistemin içsel çelişkilerine, sermaye birikiminin sınırlarına ve Türkiye ekonomisindeki güncel kriz dinamiklerine odaklandı.
“Rekabet, kâr oranlarının düşmesini kaçınılmaz kılıyor”
Prof. Dr. Ahmet Tonak, kapitalist ekonomilerde kâr oranlarının düşme eğiliminin sistemik bir sorun olduğunu vurguladı. Tonak, düşük ücretlerin talebi azalttığını, talep azalmasının ise kapitalistleri daha az üretime yönelttiğini belirtti. Bu durumun emek-sermaye çelişkisinin merkezinde yer aldığını söyledi.
Tonak, rekabetin kapitalist sistemdeki krizlerin temel mekanizması olduğunu vurgulayarak şu ifadeleri kullandı:
“Kapitalistler rekabet zorunluluğu nedeniyle maliyetleri düşürmek, piyasa payını artırmak için emek tasarrufu sağlayan teknolojilere yöneliyor. Bu, sermaye yoğunluğunu artırıyor, sermayenin organik bileşimini yükseltiyor. Ancak verimlilik artışı artık-değer artışından daha hızlı olunca kârlılık düşüyor.” Tonak, bu sürecin “aşırı birikim” sorununa yol açtığını, yani kârlı yatırım alanlarının daralmasıyla birlikte sermayenin atıl hale geldiğini ifade etti. “Yatırımlar yavaşlıyor, işsizlik artıyor, yatırımın çöküşüyle birlikte finansal istikrarsızlık ve durgunluk baş gösteriyor. Talep sorunları bu sürecin nedeni değil, sonucudur,” dedi.
Tonak konuşmasını, Marx’ın Kapital’de anlattığı tarihsel eğilimi hatırlatarak bitirdi: “Kapitalist üretim süreci, kendi mekanizmasıyla örgütlenen işçi sınıfının isyanını büyütür. Sermaye tekeli, kendi altında gelişen üretim tarzının ayak bağı haline gelir. Kapitalizm, kendi sonunu hazırlayan koşulları kendi içinde taşır.”
“Cumhuriyet döneminin en ağır sömürü koşullarını yaşıyoruz”
Dr. Ozan Mutlu, Türkiye ekonomisindeki kâr oranlarının seyri ve artık-değer oranları üzerine yaptığı sunumda, 2000-2011 yılları arasında artık-değer oranında belirgin bir artış yaşandığını belirtti. “Artık-değer oranı bugün yüzde 380’e çıktı. Cumhuriyet döneminin en ağır sömürü koşullarını yaşıyoruz,” dedi.
Mutlu, artık-değer oranındaki artışın doğrudan kâr oranlarını yükseltmediğini vurguladı. “Artık-değerin artışı kâr oranını otomatik olarak artırmaz. Çünkü kâr oranı, kapitalist ekonominin yapısal dinamikleriyle belirlenir. Türkiye ekonomisi 2015-2016 yıllarından itibaren sermayenin aşırı birikimiyle karşı karşıya. Yatırımlar ve büyüme 2018’den itibaren durgunlaştı, çünkü yatırımları sürükleyen unsur kârlılıktır,” ifadelerini kullandı.
Mutlu, sermaye birikiminin artık kârlı yatırım alanı bulamamasının sistemik bir tıkanma yarattığını ve bu durumun yapısal krizi derinleştirdiğini söyledi.
“Sömürü yoğunluğu artırılarak sermaye kârı korundu”
Dr. Ekin Değirmenci, kâr oranlarının düşme eğilimiyle birlikte kapitalist birikimin farklı biçimlerde sürdürüldüğünü anlattı. Değirmenci, kâr ve artık-değer arasında doğrudan bir ilişki olduğunu belirterek, krizleri “birikim süreçlerinin kesintiye uğradığı anlar” olarak tanımladı.
“2001 kriziyle birlikte Türkiye ekonomisinde yeni bir yapılanma dönemi başladı,” diyen Değirmenci, “Bankacılık sisteminde düzenlemeler yapıldı, reel ücretler düşürüldü, sendikal örgütlenme tarihsel olarak en zayıf dönemine girdi. Sömürü yoğunluğu artırılarak sermaye kârı korundu” dedi.
Neoliberal politikaların kısa vadeli bir kârlılık artışı sağladığını belirten Değirmenci, 2016 sonrasında ise bölüşüm ilişkilerinin yeniden sert biçimde değiştiğini söyledi: “Maaşlı çalışanların 2016-2019 yılları arasında yüksek enflasyon altında ücretleri düzelmedi. Ücret payı hızla baskılandı. Neoliberal düzenlemeler, kâr oranlarını geçici olarak yükseltti ama emeğin payını kalıcı biçimde düşürdü.”
Üçüncü Oturum
Sempozyumun üçüncü oturumu “Alternatif Ekonomi Programı” başlığıyla gerçekleştirildi. Oturumun başkanlığını Eylem Babayiğit yaptı. Oturumda Sosyalist Emekçiler Partisi Genel Başkanı Güneş Gümüş, Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı Özkan Atar, Devrimci İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Levent Dölek, Emek Partisi adına Bülent Falakoğlu, SODAP adına Doğan Nur, Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) adına Deniz Tuzcu ve Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Ahmet Asena konuştu.
“Bir talebin gerçekleşmesini sağlayacak; o talebin radikalliği değil, savunan cephenin gücüdür”
Sosyalist Emekçiler Partisi Genel Başkanı Güneş Gümüş, konuşmasına Antonio Gramsci’nin sözleriyle başladı:
“Gramsci’nin sevdiğim bir sözü var: ‘Geçmiş ölüyor, yeni de doğamıyor; canavarlar dönemindeyiz.’” Gümüş, neoliberal politikaların toplum üzerindeki yıkıcı etkilerini vurguladı. “Sağlığı, eğitimi paranın hegemonyasına bıraktığınızda bebekler, çocuklar ölüyor,” dedi. Türkiye’de işçi sınıfının örgütsüzlüğüne dikkat çekerek, “Toplu iş sözleşmesinden yararlanan işçilerin oranı yalnızca yüzde 5,5. Bir örgütlenme seferberliğine ihtiyacımız var” ifadelerini kullandı.
Asgari ücretin AKP iktidarı döneminde temel ücret haline geldiğini belirten Gümüş, “İşçiler bu bareme sıkıştırıldı” dedi. Gümüş sözlerine şöyle devam etti: “Bir talebin gerçekleşmesini sağlayacak şey, o talebin radikalliği değil, savunan cephenin gücüdür. Esas mesele, halkın yakıcı talepleriyle mahalle mahalle, sokak sokak, işçi sınıfının örgütlenmesi için harekete geçip geçemeyeceğimizdir.”
“Gelir vergisiyle büyük bir soygunla karşı karşıyayız”
Birleşik Metal-İş Sendikası Genel Başkanı Özkan Atar, vergi sisteminin adaletsizliğine dikkat çekti. “Gelir vergisiyle büyük bir soygunla karşı karşıyayız. Bizden alıyorlar, sermayeye teşvik olarak aktarıyorlar,” dedi. Kriz koşullarında yürütülen toplu iş sözleşmesi süreçlerinden bahseden Atar, “Kayıplar olabiliyor, kazanımlar olabiliyor. Biz bununla başa çıkmaya çalışıyoruz” dedi. Kapitalizmin krizlerinin sürekliliğini hatırlatan Atar, “Sermaye açısından kötü giden bir süreç yok, bunun aksini iddia edenler bilinçli bir propaganda yürütüyor. Biz olması gereken olarak; dönüp dolaşıp toplumcu, sosyalist ekonomiye geliyoruz,” ifadeleriyle konuşmasını tamamladı.
“Kapitalizm kendi krizlerinden çıkamıyor, işçi sınıfını iktidara hazırlamak gerekir”
Devrimci İşçi Partisi Genel Başkan Yardımcısı Levent Dölek, kapitalizmin krizlerinin sistemik niteliğini vurguladı. “Kâr oranlarının düşme eğilimi kapitalizmin yapısal özelliğidir. Kapitalizm sürekli krizler yaratır,” diyen Dölek, krizleri iki düzeyde ele aldı: “Biri kısa süreli krizlerdir, diğeri ise 2018’den beri içinde bulunduğumuz depresyondur. Bu, kapitalizmin kendi ekonomik dinamikleriyle içinden çıkabileceği bir kriz değildir.” Ekonomiyi sınıf mücadelesinden ayrı düşünmenin yanlış olduğunu belirten Dölek, “Bu tartışmayı işçi sınıfı adına ekonomistlere bırakmamak gerekir. Ekonomi bir sınıf mücadelesi alanıdır” dedi.
“Asgari ücretle ilgili bir rakam telaffuz etmiyoruz. Yoksulluk sınırına yaklaşan ve aşan işçileri konuşmamız gerekir. Söke söke aldığımız haklarımızı, grevlerde kazandıklarımızı konuşmalıyız” diyerek sözlerine devam etti.
“Ucuz üretim modeli, ucuz emek düzeni üzerine kurulu”
Emek Partisi adına Bülent Falakoğlu, ekonomik analizlerin üç temel boyut üzerinden yapılması gerektiğini vurguladı: “Bir, üretim ilişkilerine; iki, ülkelerin dünya ekonomisiyle entegrasyon biçimine; üç, bunlar üzerinden şekillenen sınıf güç ilişkilerine.”
Asgari ücret ile ilgili Falakoğlu, “rakam açıklamak yerine bu ücretin zaten yoksulluk sınırının üzerinde olması gerekir” dedi.
Alternatif ekonomi programı ile ilgili şu başlıkları vurguladı: “Servet vergisi getirilmeli, yoksullara güvence sağlanmalı, kamu-özel ortaklıkları sonlandırılmalı. Bu program toplumla ve doğayla uyumlu olmalı. Sınıfın çıkarlarını ulusal çıkarlara dönüştürmeliyiz. Demokratik, eşitlikçi, anti-emperyalist bir program yazabiliriz.”
“Ücret mücadelesiyle birlikte OVP’ye karşı çıkmak sosyalistlerin görevidir”
Sosyalist Dayanışma Platformu (SODAP) adına Doğan Nur, Saray rejiminin işçi sınıfının en geniş katmanları üzerindeki sömürüyü artırdığını ve milli gelirden aldığı payı azalttığını söyledi. “Orta Vadeli Program (OVP) bir dezenflasyon değil, ücretleri düşürme, Merkez Bankası rezervlerini doldurma, uluslararası sermayeyle ittifakı genişletme ve Saray rejiminin krizlere dayanabilmesini sağlama programıdır.” ifadelerini kullandı. Doğan Nur, uzun vadeli bir ücret mücadelesinin önemine değinerek “Asgari ücretin yükseltilmesi meselesini uzun vadede sürdürmek çok önemlidir. Ancak bugün, iktidar olduğumuzda yapacaklarımızla işçi sınıfını örgütlemek için ortaya koyduğumuz program arasında nüanslar olması da normaldir” ifadelerini kullandı.
“Bütçe mücadelesi ve temel ihtiyaçların ücretsiz olması mücadelesini yürütmek gerekir”
Toplumsal Özgürlük Partisi (TÖP) adına Deniz Tuzcu, azalan kâr oranları ve sermayenin kâr kaçışını vurgulayarak sözlerine başladı. Tuzcu, mücadele hattının iki temel ayağı olması gerektiğini belirtti: “Birinci mücadele ayağı bütçe mücadelesi olmalı. Toplumsal zenginliğin dağıtımında işçi sınıfı lehine söz üretmek ve bu alana müdahale etmek gerekir. Bütçede işçilerden toplanan gelirler, savaş ve sanayiye yatırım olarak aktarılıyor.” İkinci mücadele hattının ise temel ihtiyaçların ücretsiz haklar olarak tanımlanması gerektiğini söyleyen Tuzcu, “Bu vatandaşlık geliriyle de sağlanabilir, doğrudan ücretsiz erişimle de. Asgari ücret dahi alamayan, yedek sanayi ordusuna itilen yığınlar var. Bu yüzden asgari ücret mücadelesinin ötesinde yaşam haklarını savunmak gerekiyor,” dedi. “Asgari ücretle ilgili öne süreceğimiz her rakam, enflasyonla çok hızlı çürütülebilir,” diyen Tuzcu, nihai hedefin işçilerin insanca yaşama hakkını güvence altına alan bir toplumsal düzen olduğunu vurguladı.
“Dönüştürücü, doğanın haklarını ve ekolojik sınırları hesaba katan bir program”
Yeşil Sol Parti Eş Sözcüsü Ahmet Asena, konuşmasında alternatif ekonomi programının yalnızca güncel sorunlara değil, kapitalizmin yapısal krizine yanıt vermesi gerektiğini söyledi. “Programın bütün ağırlığını güncel sorunlara vermek gerekmez. Kapitalizmin içine girdiği bu buhran sürecinde, kâr hadleri düşüyorsa bunun sonucu uzun vadede bellidir. Fakat uzun vade günümüzün koşullarında kısa bir süreye tekabül ediyor” dedi.
Sosyalist programın dönüştürücü olması gerektiğini vurgulayan Asena, “Taleplerimizin değiştirici ve dönüştürücü olması gerekir. Toplumsal ihtiyaç ve yararı öne koymak zorundayız. İkinci olarak doğanın haklarını ve ekolojik sınırları hesaba katmalıyız. Bürokratik değil, toplumsal denetimi sağlamalıyız. Dayanışma ve eşitlik temel ilke olmalı,” dedi. Asena “Böyle bir mücadeleyi yalnızca Türkiye sınırları içinde yürütmek mümkün değil. Uluslararası bir mücadele ağı kurulmalı; sendikal ve politik olarak. Toplumsal rızanın karşısında, toplumsal arıza olmalıyız. Bunun için de güçleri birleştirmek zorundayız.” diyerek birleşik mücadelenin önemine dikkat çekti.
İKİNCİ GÜN
Birinci Oturum
Sempozyumun ikinci gününde gerçekleştirilen “Asgari Ücret Belirlenirken Yöntem ve Mücadele” başlıklı oturumun başkanlığını Elif Akkaya yaptı. Oturumda Prof. Dr. Ceyhun Elgin, Prof. Dr. Aziz Çelik ve Prof. Dr. Özgür Müftüoğlu konuşmalarını gerçekleştirdi.
“Asgari ücrete zam enflasyonu yükseltmiyor”
Prof. Dr. Ceyhun Elgin, asgari ücret artışlarının ekonomik göstergelere etkisini değerlendirdi. “Asgari ücret artışı en az enflasyon oranı kadar yapılmalı,” diyen Elgin, 2005–2024 dönemini kapsayan araştırma sonuçlarını paylaştı. Bulgulara göre, asgari ücrete yapılan yüzde 10’luk artış enflasyonu yalnızca yüzde 1 veya 2 puan etkiliyor. Bu düzeyin kontrol edilebilir olduğunu belirten Elgin, “Enflasyonun sebebi esas olarak kâr marjlarındaki artış ve döviz kuru şokudur,” dedi. Asgari ücretin işsizliğe etkisinin ise yüzde 0,10–0,15 aralığında kaldığını vurguladı.
“Asgari ücreti baskılamak yerine kamunun fiyatları gözlemesi, kâr marjlarını düşürmeye çalışması ve buna göre bir ekonomi programı oluşturması gerekir,” ifadelerini kullandı.
“Kaynak var; asgari ücret bir bölüşüm meselesidir”
Prof. Dr. Aziz Çelik, asgari ücretin yalnızca bir gelir düzeyi değil, sınıfsal bölüşümün yansıması olduğunu vurguladı. “Asgari ücret ve civarında ücret alanlar yüzde 50–60 arasında değişiyor. Ücretler asgari ücret etrafında sıkıştı; bu nedenle asgari ücret bir bölüşüm meselesidir” dedi. Türkiye’de en zengin yüzde 1’in toplam servetin yüzde 39,5’ini aldığını belirterek “kaynak yok” tartışmasının gerçekliği olmadığını söyledi.
Asgari ücret politikasını sınıflar arası değil sınıf içi dağılıma müdahale aracı olarak tanımlayan Çelik “Emekli maaşlarını yükseltirken asgari ücreti aşağı çektiler, sınıf içi dağılımı düzleştirdiler” dedi. 1974’te kişi başına düşen ücretin GSYH’nin yüzde 81’ine yakın olduğunu hatırlatarak, “Bugün bu oran yüzde 43’e düştü. Kamucu bir yaklaşımla başka bir asgari ücret mümkündür” ifadelerini kullandı.
“Asgari ücretin enflasyonu artırdığı” görüşünün bir hurafe haline geldiğini söyleyen Çelik, “2016’da asgari ücret yüzde 33,5 artarken enflasyon yüzde 8,5’te kaldı. Asgari ücret ve enflasyon arasında doğrudan bir bağlantı yoktur” dedi.
“Ücret, sınıflar arası güç ilişkilerinin sonucudur”
Özgür Müftüoğlu, ücretin belirlenmesinin sınıf mücadelesinin doğrudan bir sonucu olduğunu vurguladı. “Ücret, sınıflar arası güç ilişkilerinin sonucudur; masalar göstermeliktir” dedi. Türkiye’de beslenme ve barınma krizinin derinleştiğini belirten Müftüoğlu, “Sağlıklı beslenemeyen çok büyük bir çoğunluk var. Kira artışlarında OECD ülkeleri arasında birinci sıradayız” ifadelerini kullandı. Bu bağlamda sınıf mücadelesinin yalnızca ücret artışından ibaret olmadığını belirten Müftüoğlu “Eğitim, sağlık, barınma, ekolojik mücadele, etnik-cinsel eşitsizlikler… tüm alanlarda sınıfın var olması gerekir” dedi.
Müftüoğlu, işçilerin mücadeleyi yürütebilmesi için sendikalara ve sınıfın partilerine ihtiyaç duyduğunu söyledi ancak mevcut sendikal yapının işlevsizleştiğini vurguladı: “Sendika içi demokrasi işlemiyor, bürokrasi var; sendikalar işçi sınıfından kopmuş durumda. Böyle ilerlemek mümkün değil.”
Burjuva dünyasının en büyük hayali işçinin emeğini meta haline getirmekti; bunu başardılar.” sözleriyle konuşmasını sonlandırdı.
