Suçu meşrulaştırmak, insanlık tarihinin en eski ve en yıkıcı stratejilerinden biridir. Bu süreç, suçları siyasi, ideolojik veya toplumsal gerekçelerle kabul edilebilir kılmak suretiyle, yeni suçların işlenmesine zemin hazırlar. Tarih boyunca otoriter rejimler, bu yöntemi kullanarak baskılarını sürdürmüş ve toplumların adalet duygusunu aşındırmıştır. Türkiye’de 2025 yılında yaşanan olaylar –özellikle CHP’nin Ekrem İmamoğlu ve yolsuzluk tutukluları için düzenlediği aklama mitingleri ile Sadettin Saran’a yönelik sahip çıkma tutumu– bu mirasın güncel bir yansımasıdır. Bu metinde, önce tarihsel örnekleri inceleyerek konuyu temellendirelim, ardından güncel vakalara geçelim. Bu örnekler, meşrulaştırmanın nasıl bir döngü yarattığını gösteriyor: Suç, “mağduriyet” kisvesi altında normalize edildiğinde, toplumun vicdanı körelir ve suç işleme özgürlüğü artar.
Tarihsel perspektiften bakıldığında, suçu meşrulaştırmanın kökleri antik dönemlere uzanır. Örneğin, Antik Roma’da siyasi suçlar, devletin çıkarlarını koruma adına gerekçelendirilirdi; imparatorlar, rakiplerini “vatan haini” ilan ederek infazları meşru gösterirdi.
Daha modern dönemde, Nazi Almanyası’nda Holocaust, Aryan ırkının üstünlüğü ve “yaşam alanı” (Lebensraum) ideolojisiyle meşrulaştırıldı. Adolf Hitler ve rejimi, Yahudileri ve diğer grupları “devletin düşmanları” olarak etiketleyerek soykırımı bir “savunma mekanizması” olarak sundu; bu, milyonlarca insanın ölümüne yol açtı ve uluslararası hukukun “insanlığa karşı suçlar” kavramını doğurdu.
Benzer şekilde, Sovyetler Birliği’nde Josef Stalin’in Büyük Temizlik (Great Purge) dönemi (1936-1938), “karşı-devrimciler” ve “Troçkistler” suçlamasıyla gerekçelendirildi. Milyonlarca insan idam edildi veya Gulag kamplarına gönderildi, ancak rejim bunu “sosyalist devrimin korunması” olarak meşrulaştırdı, ki bu otoriter liderlerin represyonu nasıl savunduğunu gösteren klasik bir örnek.
Türkiye’de ise 1990’lar, cezasızlığın tarihsel bir örneği: Güneydoğu’daki kayıplar ve cinayetler, “terörle mücadele” adı altında meşrulaştırıldı, ancak devlet görevlileri yargılanmadı ve bu, adalet sisteminde derin yaralar açtı.
Bu tarihsel vakalar, meşrulaştırmanın ortak özelliğini ortaya koyar: Suç, daha büyük bir “amaç” uğruna gizlenir, toplum sessiz kalır ve döngü devam eder.
Günümüzde bu miras, Türkiye’deki siyasi arenada canlılığını koruyor. Ekrem İmamoğlu’nun yolsuzluk soruşturması, bu sürecin bariz bir yansıması. İmamoğlu, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ndeki iddialar nedeniyle 277 gündür tutuklu; iddianame, kamu zararına yol açan anlaşmaları kapsıyor.
CHP, bu tutukluluğu “siyasi darbe” olarak nitelendirerek ülke çapında mitingler düzenledi. “Millet İradesine Sahip Çıkıyor” temalı eylemler, 77 meydanda özgürlük ve erken seçim talebiyle gerçekleştirildi; Özgür Özel, enflasyon ve emekli sorunlarını gündeme getirerek tutukluluğu ekonomik bağlamda meşrulaştırmaya çalıştı.
Bu mitingler, Nazi dönemindeki ideolojik gerekçelendirmelere benzer şekilde, suçu “düşman” bir gücün komplosu olarak sunuyor ve toplumda “mağdur kahraman” algısı yaratıyor.
Benzer bir meşrulaştırma, CHP’li belediyelere yönelik yolsuzluk operasyonlarında tutuklananlar için de geçerli. 2025’te Muhittin Böcek’in tutuklanması, Zeydan Karalar ve Abdurrahman Tutdere’nin gözaltıları gibi olaylar yaşandı.
Parti, bu kişileri “darbe mağduru” olarak lanse ederek mitingler düzenledi ve eylem planlarını sertleştirdi; Özel’in “Yargılamak için iddianameyi bekliyoruz” sözleri, suç isnatlarını erteleyerek aklama çabasını yansıtıyor.
Bu yaklaşım, Stalin’in purges’larını andırır: Suçlamalar, siyasi mücadele aracı haline getiriliyor ve toplumun adalet beklentisi zayıflatılıyor. Protestoların uluslararası boyuta taşınması, tarihsel cezasızlığın bir devamı gibi.
Sadettin Saran’ın uyuşturucu skandalı ise, meşrulaştırmanın spor-siyaset kesişiminde nasıl işlediğini gösteriyor. Fenerbahçe Başkanı Saran’ın testi pozitif çıktı, evinde arama yapıldı ve gözaltına alındı; ancak adli kontrolle serbest bırakıldı. CHP, hızla sahip çıktı: Özel, işlemi “provakatif” bulduğunu belirtti; Erdem Kara, destek mesajı yayınladı ve suçu İBB soruşturmasıyla eşleştirdi. Eleştirmenler, partinin “seküler sermaye sevdası” nedeniyle uyuşturucuyu görmezden geldiğini söylüyor; bu, Apartheid dönemindeki ırkçı gerekçelendirmelere benzer şekilde, suçu “kendi tarafımızdan” diye normalize ediyor.
Tarihsel ve güncel örnekler, suçu meşrulaştırmanın bir toplumun çürüme reçetesi olduğunu kanıtlıyor. Nazi Almanyası’ndan Stalin’e, 1990’lar Türkiye’den 2025 CHP mitinglerine uzanan bu çizgi, aynı uyarıyı veriyor: Meşrulaştırma, suç işleme özgürlüğünü artırır ve adaleti erozyona uğratır. Türkiye’nin geleceği için, bu döngüyü kırmak şart; aksi takdirde, tarih tekerrür eder ve hepimiz mağdur oluruz.
Suç meşrulaştırılamaz. Suçlu kayrılır. Buda yeni bir suç oluşturur.
