Eski Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Doç. Dr. Lütfü Savaş, Cumhuriyet Halk Partisi’nin 38. Olağan Kurultayına şaibe bulunduğu gerekçesi ile dava açtı. Savaş, dava süreci devam ederken artiden ihraç edildi.
Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin ‘kousuzluk’ gerekçesi ile reddettiği davayı istinafa taşıyan Lütfü Savaş, kurultay davası, ‘İmamoğlu Suç Örgütü’ davası ve CHP’deki son duruma dair Halkwwb’in sorularını yanıtladı.
Biliyorsunuz Cumhuriyet Halk Partisi, 4–5 Kasım 2023 tarihlerinde yapılan 38. Olağan Kurultay sonucunda yeni bir yönetim ve yönetim anlayışıyla yoluna devam ediyor.
Sizce son iki yıldır 103 yıllık Cumhuriyet Halk Partisi’ni yönetenler; partiyi kendi ilkelerine, misyonuna ve kuruluş felsefesine uygun biçimde yönetiyor mu?
CHP’nin 103 yıllık geçmişi ile bugünkü yönetilme anlayışı arasında nasıl bir fark görüyorsunuz? CHP, kendi ilkelerinden uzaklaştı mı?
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu Cumhuriyet Halk Partisi’ne, yaklaşık 12,5 yıl önce, sizin de ifade ettiğiniz ilkeler doğrultusunda geldim. CHP bu ülkenin kurucu partisidir.
Atatürk, savaş meydanlarında verdiği mücadelenin ardından; Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni ve bu topraklarda yaşayan yurttaşları muasır medeniyet seviyesine ulaştırmak, insanlarımızın çağdaş ve çağın gereklerine uygun bir yaşam sürmesini sağlamak amacıyla bu partiyi tasarlayarak kurmuştur.
Mevcut CHP yönetimi göreve gelene kadar, bu felsefeye ve kurucu değerlere bağlı kalınmaya çalışılmıştır. Ancak Sayın Özgür Özel’in göreve gelmesinden sonra, ilkesel duruş terk edilmiş; bunun yerine menfaate dayalı ilişkiler kurulmaya başlanmıştır. Parti, günü kurtarmaya yönelik politikalarla baş başa bırakılmıştır.
Cumhuriyet Halk Partisi, sanki ülkenin partisi değil de bir şahsın partisiymiş gibi yönetilmeye başlanmıştır. Bu anlayışla birlikte, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün kurmuş olduğu Cumhuriyet Halk Partisi; gerçek hüviyetinden, kendi felsefesinden ve kuruluş amaçlarından uzaklaşmıştır. Parti, toplumun ve kamunun çıkarları yerine, kişisel menfaatlerin gölgesinde bir yapıya sürüklenmiştir.
Bugün gelinen noktada CHP, kurucu değerlerinden koparılmış; Atatürk’ün emanet ettiği ilke ve ideallerden uzaklaştırılarak, kişilerin menfaatine hizmet eden bir parti konumuna getirilmiştir.
Şu anda biliyorsunuz partiden ihraç edilen üyeler var. Son sayı 1150 kişi. Siz de ihraç edilenler arasındasınız. Siz partiden hangi gerekçe ile ihraç edildiniz? Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu ekibi, partideki Kılıçdaroğlu taraftarı olanları özellikle mi tasfiye ediyor? Ayrıca partiden ihraç edilme yöntemleri hakkında ne düşünüyorsunuz?
Benim partiden ihraç edilme sebebim, attığım bir tweettir. Bu bir uyarı tweetiydi. Cumhuriyet Halk Partisi’nin, terörle iltisaklı kişilerle iş birliği yapmaması gerektiğini ifade ettim.
Cumhuriyet Halk Partisi, bu ülkeyi kuran partidir. Kurtuluş Savaşı gibi son derece zor bir mücadeleden sonra, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin ilelebet güçlü bir şekilde yaşaması için kurulmuştur. Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emanet ettiği bu siyasi parti; her türlü teröre karşı durmak, Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet yapısını ve Türk halkının iradesini sağlıklı biçimde geleceğe taşımak için mücadele etmek zorundadır.
Sırf üç oy, beş oy fazla almak adına; terörle iltisaklı kişilerle görüşmek ya da iş birliği yapmak kabul edilemez. Burada kimse yanlış anlamasın; legal olarak kurulmuş siyasi partilerden bahsetmiyorum. Kimse meseleyi sağa sola çekmesin. Ancak gerçek şu ki, son iki yıldır CHP; kişisel beklentiler doğrultusunda siyaset yapan bir parti konumuna sürüklenmiştir.
Bugün gelinen noktada, bir kişinin hedefi doğrultusunda; çoğu herhangi bir hayat felsefesi olmayan, Türkiye’ye dair bir vizyon taşımayan, daha çok şahsi çıkarlarının peşinde koşan insanlar etrafında toplanmıştır. Parti, bir kişinin siyasi ikbali için çalışır hâle getirilmiştir.
Bu süreçte; parti içinde idealist, gerçek Atatürkçü, demokrat, vatansever insanlar; bir paylaşımı beğendi diye, sosyal medyada bir eleştiri yaptı diye ya da iktidarın bir uygulamasını eleştirdi diye partiden ihraç edilmektedir. Benim başıma gelen de tam olarak budur.
Kendisini sosyal demokrat kimlikle tanımlayan bir siyasi parti, bugün uygulamalarıyla sosyal demokrasiden uzak, neredeyse faşizan bir disiplin anlayışı sergilemektedir. Bir kişinin haftanın belirli günlerinde bir yerlerden aldığı talimatlar, ilgili organlara iletilmekte; bu organlar da sorgusuz sualsiz insanları partiden ihraç etmektedir.
Bu anlayışla bir partinin sosyal demokrat kimliğini koruması mümkün değildir. Böyle bir yapı, giderek demokratik bir parti olmaktan çıkıp otoriter bir yapıya dönüşür.
Son iki yıldır “yumuşama” söylemleriyle başlanmış, ardından ne yaptığı belirsiz bir kişinin siyasi geleceği üzerinden aylarca mitingler düzenlenmiştir. Ancak bu mitinglerde hep aynı kişiler, aynı sloganlar, aynı klişe ifadeler yer almaktadır. Türkiye’nin gerçek sorunlarına, iktidarın gerçek yanlışlarına dair ciddi ve çözüm odaklı bir siyaset ortaya konmamaktadır.
Bu hâliyle Cumhuriyet Halk Partisi, kuruluş amacından uzaklaşmıştır. Adeta büyük bir okyanusta dümeni kilitlenmiş, rüzgârın ve dalgaların yönlendirdiği yöne savrulan bir gemi gibidir. Bu tablo, ne partimiz ne de ülkemiz adına geleceğe dair umut verici değildir.
Bu durumun düzelmesi için; isim vermeden ifade ediyorum, liyakatli, bu ülkeyi gerçekten düşünen, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün emanetini kendi emaneti gibi taşıyan insanlara ve güçlü bir parti örgütüne ihtiyaç vardır.
Eğer önüne geleni partiden ihraç ederseniz, yarın orada sağduyulu, gerçekleri haykıracak, sizi doğru yönde uyaracak tek bir kişi bile bulamazsınız. Herkes, sadece “siz ne derseniz onu yapan” bir pozisyona sürüklenir. Bu da ne Türkiye’ye ne de Cumhuriyet Halk Partisi’ne hiçbir fayda sağlar.
Aslında bugün Cumhuriyet Halk Partisi’nden uzaklaştırılanlar, bu ülkenin ve bu partinin emanetine sahip çıkan insanlardır. Mevcut yönetici kadroların ise bu emanetin ağırlığının farkında olmadığı açıkça görülmektedir.
Her şeyi inkâr etmek yerine yapılması gereken şudur: Yanlış yapanları, haklarındaki iddialar netleşene kadar dışarıda bekletmek; aklandıktan sonra yeniden görevlerine dönmelerini sağlamak. Bununla birlikte ciddi, kapsamlı ve inandırıcı bir plan ve program ortaya konmalıdır.
Aksi hâlde partiyi bir gemi olarak düşünürsek, su almaya devam ettiğini görürüz. Partiden ihraç edilen ya da dışlanan insanların sayısının artması, yalnızca Cumhuriyet Halk Partisi’ne değil, Türkiye’deki tüm siyasal yapıya zarar verir.
Çünkü siyaset kurumuna olan güven zedelendikçe, insanlar siyasete şüpheyle bakmaya başlar. Bu durum, siyaseti gerçekten ülke için, demokrasi için, refah için yapan insanlara da büyük haksızlık olur.
Her siyasetçi idealden uzak, kişisel çıkar peşinde değildir. Siyasetin özü; ülkeye faydalı işler yapmak, ekonomiyi kalkındırmak, ekonomik bağımsızlığa katkı sağlamak ve Türkiye’yi bu zorlu coğrafyada caydırıcı ve güçlü bir konuma taşımaktır.
Güçlü olmak için güçlü bir ekonomiye ihtiyaç vardır. Güçlü ekonomi ise iyi bir AR-GE politikasıyla, sanayisi gelişmiş, tarımı güçlenmiş, eğitim ve hukuk sistemi sağlam, üreten ve bilinçli bir toplumla mümkündür. Sağlık, tarım, eğitim, hukuk ve sosyal politikalar bir bütün olarak ele alınmalıdır.
Bütün bunlar için de sağlıklı bir Cumhuriyet Halk Partisi’ne ve güçlü bir ana muhalefet partisine ihtiyaç vardır. Ne yazık ki bugün CHP’de bunların hiçbirini göremiyoruz. Parti, kendi yarattığı fırtınanın içinde boğulmaya devam etmektedir.

Uzun zamandır Cumhuriyet Halk Partisi içerisinde para, rüşvet ve yolsuzluk iddiaları konuşuluyor. Nitekim bu iddialar, kamuoyuna yansıyan “Ekrem İmamoğlu Çıkar Amaçlı Suç Örgütü” iddianamesiyle birlikte daha somut bir hâl aldı. Gerek iddianame, gerek itiraflar, gerek medyaya yansıyan bilgiler ve gerekse sizin tespitleriniz ışığında bir değerlendirme yapmak isterim.
Bugün gelinen noktada şu soru kaçınılmazdır: CHP’de ideolojik mücadele yerini paranın gücüne mi bırakmıştır? Özgür Özel ve Ekrem İmamoğlu, gücünü nereden almaktadır?
Siyasi partilerin bir ideolojisi olur; o ideoloji çerçevesinde şekillenen idealleri ve hedefleri bulunur. Ancak gelmiş olduğumuz noktada, Cumhuriyet Halk Partisi’nin ideolojisini sağlıklı biçimde taşıdığını da, bu ideolojinin felsefi zeminde tartışılıp geliştirildiğini de göremiyoruz. Geleceğe dair ideallerin konuşulduğu, umut veren bir siyasal perspektif de ortada yoktur.
Bunun yerine gördüğümüz tablo şudur: Bir kişi vardır ve o kişinin siyasi ikbali etrafında şekillenen bir menfaat topluluğu oluşmuştur. Cumhuriyet Halk Partisi, iktidarın bugüne kadar yaptığı yanlışlara güçlü ve tutarlı bir reaksiyon gösterecek bir yapı olmaktan çıkmış; sanki geçmişte hiçbir yanlış yokmuş gibi, yalnızca bir kişinin ikbalini konuşan bir parti hâline gelmiştir.
Oysa Türkiye, dünyanın en kritik coğrafyalarından birinde yer almaktadır. Ortadoğu’nun dibindeyiz, Afrika’nın karşısındayız, Akdeniz’e hâkimiz, Kafkasya’ya komşuyuz ve Avrupa ile doğrudan temas hâlindeyiz. Bu coğrafyada herkesin kendi çıkarları, idealleri ve planları vardır. Büyük devletler Türkiye’nin gidişatını yakından takip eder ve etkilemeye çalışır; bu son derece doğaldır.
Tam da bu nedenle hem iktidarın hem de ana muhalefet partisinin yüksek bir siyasal ve tarihsel bilinçle hareket etmesi gerekir. Ana muhalefet partisi; iç ve dış siyaseti okuyabilen, Türkiye’nin avantaj ve dezavantajlarını doğru analiz edebilen, yönlendirici bir pozisyonda olmak zorundadır.
Ancak gelinen noktada görüyoruz ki Cumhuriyet Halk Partisi aylardır kendi iç sorunlarıyla uğraşmaktadır. Üstelik bu sorunlar, kamu vicdanını rahatsız eden, mide bulandıran niteliktedir. Hırsızlık, yolsuzluk, ahlaksızlık iddiaları konuşulmaktadır. Ben bu konular dile getirildiği için zaten hukuki yollara başvurdum.
Elbette bireysel olarak herkes suç işleyebilir; ancak kimsenin bu partinin tarihini ve bu camiayı kirletme hakkı yoktur. Aynı şekilde, yanlış yapan bir kişinin savunulması adına yapılanları da doğru bulmuyorum. Yapılması gereken çok nettir:
Madem Sayın Özgür Özel, mensubu olmaktan gurur duyduğumuz siyasi partinin Genel Başkanıdır; ilk günden itibaren hırsızlık, yolsuzluk, ahlaksızlık ve vatana ihanet iddialarıyla anılan kim varsa, aklanana kadar partinin dışında tutulacağını açıkça ilan etmeliydi.
Ancak bugün görüyoruz ki parti kötü yönetilmektedir. Partide yaşanan sorunlara karşı ciddi ve samimi bir irade ortaya konmamaktadır. Aksine, Genel Başkan’ın değer verdiği isimleri eleştirenler partiden uzaklaştırılmaktadır. Uzaklaştırılanlar sorun çıkaranlar değil; partiye emanet edilen değerlere sahip çıkanlardır.
“Ekrem İmamoğlu Çıkar Amaçlı Suç Örgütü” davasına bakıldığında, dava dosyasında yalnızca parasal ilişkilerin değil, paralel yapı bağlantılarının da yer aldığı görülüyor. Hatta bu kapsamda iddianamede ‘casusluk’ suçlamasının da bulunduğu anlaşılıyor.
Bu tablo karşısında, sadece Cumhuriyet Halk Partisi’nin değil, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin de tehlike altında olduğunu söylemek mümkün müdür?
Ülkeyi gerçekten çok ciddi bir sıkıntıya sokan bir durumla karşı karşıyayız. Bu, normal insanların yapacağı işler değildir. Ancak şunun da altını özellikle çizmek isterim: Şu an ortada bir iddianame vardır. 3 bin sayfaya yakın bir iddianameden söz ediyoruz.
Ben, iddianamenin içeriğine girip suçlamalar üzerinden değerlendirme yapmayacağım. Bu, savunma makamının ve Sayın Ekrem İmamoğlu’nun avukatlarının konusudur. Elbette olabilir; bu iddianamede yer alan suçlamaların tamamı hukuken çürütülebilir. Eğer böyle olursa, biz de çıkar, tebrik ederiz. Buna kimsenin itirazı olmaz.
Ancak mesele burada bitmiyor. Sayın Özgür Özel’in tutumuna baktığımızda; bir insanın babası vefat etse, elbette inancı gereği birinci, ikinci, üçüncü gün ya da belli zamanlarda mezar ziyareti yapar. Fakat her çarşamba Silivri’ye gidip görüşme yapmak, ardından sürekli açıklamalar ve mitingler düzenlemek, Cumhuriyet Halk Partisi’ni tüzel kişilik olarak ciddi bir sıkıntıya sokar.
Bu noktada şu soruyu sormak zorundayız: Bu partiyi kim yönetmektedir, kime teslim edilmiştir?
Cumhuriyet Halk Partisi, Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından istinava konu olmuş, hakkında bu kadar ciddi suçlamalar bulunan bir kişiyle özdeşleştirilemez. Hukuk süreci tamamlanır, suçsuzluk ispat edilirse; o zaman gelir, Cumhuriyet Halk Partisi’nde en üst görevlerde dahi yeniden görev alabilir. Buna kimse karşı çıkmaz.
Ancak ana muhalefet partisinin genel başkanının, her hafta bir gününü bu davaya ayırarak Silivri’de geçirmesi, hem partiye hem de ilgili kişiye zarar verir. Bana göre bu durum, Sayın Özgür Özel’i de yıpratmaktadır.
Bu kadar ağır suçlamalar neden ortaya çıktı? Salgın nedeniyle mi? Başka bir sebepten mi? Benim de bu konudaki ateşim ve itirazım buradan kaynaklanmaktadır. Bu denli ciddi iddialar varken, Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı ve mevcut yönetiminin hiçbir şey olmamış gibi davranması doğru değildir.
Eğer bu partiye bir kara leke sürülürse, bunu yıllarca üzerimizden atamayız. Bu nedenle “yol yakınken” dedik. İnsan hasta olursa doktora gider. Ama ortada adaletsizlik, hırsızlık, yolsuzluk iddiaları varsa nereye gideceksiniz? Elbette hukuka gidersiniz.
Biz de bunu yaptık. Partimizin üzerine atılan bu kara leke temizlensin diye hukuka başvurduk. Eğer hiçbir şey yoksa, bu zaten hukuken ispat edilir ve kimse Cumhuriyet Halk Partisi’ne “hile, hurda yapıldı” diye damga vuramaz.
Ama eğer gerçekten yanlış işler yapılmışsa, bu yanlışları yapanları ayırmak gerekir. Bir çuvalda iki çürük elma varsa, o iki çürük elmayı çıkarıp sağlam elmaları kurtarmak zorundasınız.
Haksızlık, yolsuzluk, arsızlık gibi eylemlerde bulunan kişiler varsa, bu kişilerin partiden uzaklaştırılması gerekir. Ancak bugün geldiğimiz noktada şunu görüyoruz: Nerede düzgün, namuslu, yanlışlara karşı haykıran, doğru yolu gösteren bir insan varsa; mevcut CHP yönetimi tarafından oyun dışına itilmiş, partiden ihraç edilmiştir.
Bu namuslu insanlar acımasızca dışlanırken; hakkında birçok suç isnadı bulunan, istinafa taşınmış dosyaları olan kişiler korunmaktadır. Disiplin Kurulu Başkanı’nın dahi hakkında ciddi iddialar varken, bu kişinin geçmişte yaptığı eylemler ve olası sonuçları Cumhuriyet Halk Partisi’nin tüzel kişiliğine çok büyük zarar verir.
Siz masum insanları partiden atarken, her türlü şaibenin içinde anılan kişileri korursanız; bu, 102 yıllık bir çınar olan Cumhuriyet Halk Partisi’ne yapılabilecek en büyük kötülüklerden biridir.
Milletimize… pic.twitter.com/hH1KF1rlTw
— Kemal Kılıçdaroğlu (@kilicdarogluk) November 22, 2025
Kemal Kılıçdaroğlu bir video yayınladı. Bu videoda değindiği konuları siz nasıl değerlendirirsiniz? Kılıçdaroğlu’nun video mesajından siz ne tür bir çıkarım yaptınız? Mesajın yeterince doğru konulara değindiğini düşünüyor musunuz? Yoksa sizce söylenmesi gereken çok daha fazlası var mı?
Genel Başkanımız kısa ama son derece yerinde bir açıklama ve güçlü bir mesaj yayınladı.
Hep söylenen bir söz vardır:
Eğer bir saatlik bir konferans verecekseniz, bir günde hazırlanırsınız.
Yarım saatlik bir konferans için bir hafta hazırlanırsınız.
Beş dakikalık bir konferans için ise bir ay hazırlanmanız gerekir.
İşte bu video, adeta bir aylık hazırlığın ürünü olan bir konferans gibiydi. Anlayana çok şey ifade eden, birçok konuyu özetleyen; partimizin bugün içinde bulunduğu durumu net biçimde ortaya koyan ve aynı zamanda partimizin ne yapması gerektiğine dair güçlü mesajlar içeren bir açıklamaydı.
Bence dozundaydı, zamanı doğruydu ve içeriği son derece doyurucuydu. Elbette daha uzun bir konuşmada daha fazla başlık açılabilirdi; ancak bu kadar kısa bir sürede verilen mesajlar hem yeterli hem de oldukça aydınlatıcıydı. Bu yönüyle, içerik ve etki bakımından bence fazlasıyla yeterliydi.
Cumhuriyet Halk Partisi’nin 38. Olağan Kurultayı’nın iptali istemiyle, Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nde görülmekte olan ve davacısı olduğunuz dava, mutlak bir karar verilmeden sonuçlandı, bunun üzerine dosya İstinaf Mahkemesi’ne taşındı. İstinaf’tan nasıl bir karar bekliyorsunuz? Sizce karar ne zaman kesinleşir?
Bu süreçle ilgili kamuoyunda iki temel görüş bulunmaktadır.
İstanbul’da yürüyen soruşturma kapsamında Sayın Başsavcı, şu çarpıcı ifadeleri kullanmıştır:
“Önce İstanbul, ardından Cumhuriyet Halk Partisi’ni ele geçirmek amacıyla yolsuzluklar yapılmıştır.”
Devamında ise;
“38. Kurultay’da şaibeler oluşturulduğu,
Delegelerin satın alındığı,
Partinin bu yöntemlerle ele geçirildiği,
Çalınan paraların bir kısmının yönetim kadrolarını oluşturmak ve kişisel zenginleşme amacıyla kullanıldığı” iddia edilmiştir.
Öte yandan; İstanbul İl Kongresi iki kez yapılmış olmasına rağmen, Gürsel Tekin’in hukuken hâlâ il başkanı konumunda olması, mevcut parti yönetiminin Bölge İdare Mahkemesi’ne yaptığı başvurunun reddedilmesiyle de tescillenmiştir.
Savcılık çok sayıda hususu tespit etmiş, ana unsur olarak 38. Kurultay’da şaibe bulunduğu yönündeki tespitinde ısrar etmiştir.
Bu nedenle Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin verdiği karar ile İstanbul da yürütülen hukuki süreç arasında tam bir tezat oluşmaktadır.
Bu nedenle Ankara 42. Asliye Hukuk Mahkemesi’nin verdiği karar hukuka aykırıdır.
Şunu açıkça ifade etmek gerekir:
Konusuz kaldığı iddia edilen bir dava 10 ay sürmez, 5 duruşma devam etmez.
Konusuz kaldığı iddia edilen bir dava 10 ay sürmez, 5 celse görülmez.
Eğer gerçekten konusuz olsaydı, dosya doğrudan reddedilirdi.
Burada hukuka karşı bir hile yapılmıştır.
“Bunu hâkim bilerek yaptı” demiyorum; ancak ortaya çıkan sonuçlar bu kuşkuyu doğurmaktadır.
Şu soruların cevabı hâlâ yoktur:
Mahkeme sürecinde neden iki olağanüstü kurultay yapıldı?
Ardından neden 39. Kurultay aceleyle gerçekleştirildi?
Kurultay yapılmadan önce karar alınmış gibi bir tablo vardır.
Madem öyle, esastan bir karar verilmesi gerekirdi.
Ancak mahkeme, esasa girmemek için usulden kaçınmaya çalışmıştır.
Şunu net söyleyeyim:
Hiçbir hukukçu bu şekilde karar vermez.
Tarafsız hukukçular da bunu açıkça dile getirmektedir.
Biz bu kararı İstinaf Mahkemesi’ne taşıdık.
Ancak süreç öyle ilerledi ki, adeta “39. Kurultay da yapılsın” denilmiş oldu.
Mahkeme kararından sonra;
Taraflara 5 gün içinde tebligat yapılması gerekirken, tebligatlar yapılmadı, gerekçeli karar geç yazıldı. Ardından tarafların 15 günlük itiraz süresi beklenmeden acele kurultay yapılmaya zemin hazırlandı.
Davaya 56–57 kişi müdahil vardı, iki kişinin adresi bulunamadığı gerekçesiyle tebligatlar uzatıldı.
Sonuç olarak 39. Kurultay’ın yapılmasına fiilen göz yumulmuş oldu.
Daha sonra dosya istinafa gönderildi.
Şu gerçeğin altını çizmek zorundayım;
38. Kurultay’da suç işlenmişse, bu suç örgütlü biçimde ve kurallara aykırı şekilde işlenmişse; 38. Kurultay’ı kazananlar, hukuken kazanmamış sayılacaktır.
Bu durumda ya 38. Kurultay yok hükmünde sayılacaktır, ya da hiç yapılmamış kabul edilecektir.
Buna bağlı olarak sonrasında yapılan tüm işlemler de yok hükmünde olacaktır.
Asıl soru şudur: Bu telaş niye? Neden bir buçuk–iki yıl içinde dört kez kurultay yapıyorsunuz?
Cumhuriyet Halk Partisi adeta “kurultaylar partisi”ne dönüştürülmüş, iki yıldır kendi içinde derin bir kaos yaşamaktadır.
Bu kaos toplumun umutlarını törpülemekte, CHP’nin Türkiye’ye umut olma iddiasını zedelemektedir.
CHP; mezhebiyle, kimliğiyle, cinsiyetiyle ayrım yapmadan siyaset üretmesi gereken bir partidir.
Ancak bugün gelinen noktada belli grupların, belli dünya görüşlerinin partiyi adeta ele geçirdiği bir tabloyla karşı karşıyayız.
Daha da vahimi şudur; kendi ülkesini, kendi devletini, kendi ülkesindeki iktidarı yabancı ülkelere şikâyet eden bir siyasi anlayış ortaya çıkmıştır.
Seversiniz ya da sevmezsiniz, beğenirsiniz ya da beğenmezsiniz –ben de birçok uygulamayı beğenmiyorum- ama Türkiye Cumhuriyeti’nin siyasi partileri, kendi ülkelerini, geçmişte bu ülkeyi bölmek isteyen, Çanakkale’ye dayanan, Ortadoğu’daki topraklarımızı işgal edip parçalayan, Anadolu’yu işgal eden güçlere şikâyet edemez.
Siyasi rekabet olur. Muhalefet olur. Ama bu mücadele ülkenin içinde yapılır.
Son olarak şunu özellikle ifade etmek isterim: Atatürk, Cumhuriyet Halk Partisi’ni kişilerin ikbali için kurmadı.
Bu parti, bu nazik ve çetin coğrafyada her türlü zorluğa ve tehlikeye karşı Türk ulusunun her daim ayakta güçlü bir şekilde durması için kurdu. Halkın özgür, onurlu ve eşit yaşaması için kuruldu. Ve bugün esas mücadele de tam olarak bunun içindir.
