Artık küresel hegemonyayı elinde tutan, tek kutuplu dünyayı dayatan ABD liderliğindeki Batı Blokunun liderleri de bu küresel sistemin dünyaya çok dar geldiğinin farkında…
Bugün ne olup bitiyorsa, işte biraz da bu vadesi çoktan dolmuş sistemin sürdürülmesi için direnmeleri sebebiyle oluyor. Ancak öyle ya da böyle, dünya çok kutuplu bir sisteme geçecek ve bu geçiş görüldüğü üzere, zorlu ve kanlı mücadelelerin sonucunda olacak! Anti-emperyalist, insanlıktan yana ve ‘kazan-kazan’ cephesinde yer alanlarla almayanlar orta vadade bu mücadalenin sonuçlarına katlanacak. Eğer ki çok kutuplu dünya kazanırsa insanlık da kazanacak.
Türkiye, 1952’de NATO’ya katıldı ve o tarihten bu yana ittifakın en önemli ortaklarından biri… Karar verici olmaktan çok ordusu ve coğrafî konumu sebebiyle önemli, başka bir sebeple değil.NATO içinde ikinci büyük askeri güce sahip olan ve birçok görevde katkıda bulunan Türkiye, ittifakın kollektif savunma olanaklarından yararlandı belki ama bir karşılıklı çıkardan çok, bu ilişki ‘Türkiye’nin ittifak ortaklarından gelebilecek saldırıları bertaraf etmek için ittifak içinde kalması’ olarak tarif edilmeli sanki… Bu durumda bile, askerî olarak saldırıya maruz kalınmasa da her zaman kazık yenilen bir ilişki olduğunu söylemek mümkün.
BATI BLOKU REZİLCE ÇÜRÜRKEN YÜZÜNÜ BATIYA DÖNMEK NEDİR?
Avrupa Birilği’ne (AB) gelince… Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Hakan Fidan, bu süreçle ilgili yaptıkları hemen her konuşmada ‘AB’ye katılımın Türkiye’nin stratejik hedefi’ olduğunu söyleyip duruyorlar, ancak Brüksel’in Türkiye’yi gerek bir pazar gerekirse de bir askerî güç olarak kullanmanın ötesinde bir hedefi hemen hiç olmadı.
Bundan sonra eğer ki üyelik kapısında beklenecekse bunun tek sebebi de işte bu olacak. Ve olası çok kutuplu dünyada, ekonomik ve siyasi bir güç sıralaması yapılırsa; AB, BRICS ve ŞİÖ (Şanghay İşbirliği Örgütü) yapılanmaların altında yer alacak.
Asya-Pasifik’in Atlantik karşısında sürekli güçlendiği göz önüne alınırsa pek fazla şansı yok Avrupa’nın… Hele ki demografik yapısından, pazar dinamiklerine, pek çok etmen dikkate alındığında hemen hiç yok!
CELEP PAZARLIĞINDAN ABD’NİN CİCİ ÇOCUĞUNA!..
Bugüne kadar AK Parti hükûmetlerinin, aslına bakarsanız tek başına Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, küresel jeopolitik konjonktürün dalgalanmalarından faydalanarak sürdürdüğü ‘celep pazarlıkları’ bir ölçüde Türkiye’nin bölgesel ölçekte ‘oyun kurucu’ olmasa bile ‘oyun bozucu’ rol üstlenmesini sağlamıştı. Rusya ile geliştirilen ilişkiler, Batı Bloku ile pazarlıkta Ankara’nın elini güçlendiriyordu.
Ancak 2023 cumhurbaşkanlığı ve genel seçimlerinin ardından bu ‘denge’ politikasında bir değişim yaşanmaya başladı. 2024 yerel seçimlerinde Cumhur İttifakı’nın yaşadığı hezimet sonrasında ise bu değişim eğilimi daha da netleşti. Seçmen tabanı desteği git gide eriyen iktidarın dış destekle ayakta kalabilmek için adımlar attığına şahit oluyoruz. İşte bu tercihin Türkiye’ye ağır faturalar çıkarma ihtimali çok yüksek. Niye mi?..
KÜRESEL GÜNEY’DE AKTÖR OLMAK VARKEN BATININ KULLANIŞLI FİGÜRANI OLMAK
Bunun birkaç sebebi var, öncelikle Avrupa artık eski Avrupa değil. Avrupa’yı Avrupa yapan tüm ‘insanlık ayıbı değerler’ hortlamış durumda. Özellikle de ABD’de Joe Biden’ın başkanlığı sürecinde hız kazanan Rusya’yı kuşatma harekâtında gönüllü ‘koçbaşı’ olmayı mutlulukla benimseyen sözde ‘liberal ve demokrat’ iktidarlar, demokratik değerleri çöpe atıp yeni bir Avrupa vizyonu benimsedi.
Alman orkestralarında Rus bestecilerin eserlerinin çalınmasının yasaklanmasından tutun da İtalyan üniversitelerinde Rus yazarların isimlerinin ağza alınmamasına kadar gerizekalıca uygulamaları bir hatırlamakta fayda var. Yine o dönemde Alman Yeşiller’inin savaş kışkırtıcısı konuma gelmesi, sosyaldemokratların NATO’nun çoban köpekliğine soyunması da başka bir rezillik.
Böyle baktığınızda, aslında Almanya’da Neo-Nazi bir partiye bile gerek yok. Adolf Hitler bugün yaşıyor olsaydı, Die Grünen’in bir üyesi olmaktan beis duymazdı gibime geliyor!
E ne de olsa doğayı seviyordu, hayvan dostuydu falan filan!.. E bir de işgalci, ırkçı ve soykırımcıydı. O zaman da Hitler’in ilk destekileri Amerikan kartelleri olmuştu!
SPAGETTİ WESTERN’İN KOMİK KAHRAMANINA PEK HAYRANLAR!
ABD’ye gelince, Biden iktidarı demokrasi soslu bir neo-kolonyalist perspektifle hareket eden, enerji bölgelerini ve jeostratejik konumdaki ülkeleri işgal etmek için ‘demokrasi ihracı’ bahanesine sığınan bir strateji izledi. Afganistan’da, Libya’da, Suriye’de ve Irak’ta demokrasi ihracının nasıl sonuçlar verdiğini görüyoruz.
Biden’ı yerin dibine gömen, işçi sınıfı ve orta sınıfın oylarıyla ve tekno-feodal derebeylerinin desteğiyle ikinci kez Oval Ofis’te başkanlık koltuğuna kurulan Made in USA yeni sağın soytarısı Donald Trump, garip biçimde kan dökmekten çok ‘kurnaz eşkiyalık’ rolü üstlenmeyi tercih eder gibi görünüyor. Ve işin açıkçası bu ticarî pazarlıklar ve dayatmalarla Avrupa hükûmetlerini sustalı maymuna çevirdi bile… Meksika’yı terbiye etti, Hindistan’ı bir seviyor bir dövüyor. Şimdi de Türkiye’yi kayıtsız şartsız, tek kutuplu dünyanın maşası yapmak için kolları sıvamış görünüyor. Kime karşı? Başta Rusya ve Çin olmak üzere, tüm gelişmekte olan ülkelere karşı…
‘SAYIN PUTİN’İN DESTEĞİYLE SEÇİM KAZANDILAR AMA…
Oysaki Suriye’deki iç savaşın başlamasında ABD ve bağlaşıklarına büyük destek veren AK Parti ve ortakları, fena kazıklandıklarını fark ettiklerinde Rusya’ya yanaşmışlardı. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en berbat dış politikasını yürüten, kendini dev aynasında gören Ahmet Davutoğlu hükûmetinin hataları sonucunda neredeyse sıcak çatışmanın kıyısına gelindikten hemen sonra… Sonra ‘Sayın Putin’ birkaç seçimde Cumhur İttifakı’nın imdadına yetişmişti. Sevdiğinden değil, ancak ana muhalefet partisinin gözü kör batıcılığının yerine, ülkesinin çıkarları açısından bu gerici otoriter rejimin daha uygun olduğunu düşündüğünden. Ve Türkiye’nin çıkarları da bununla örtüşüyordu.
2023 Cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde ertelenen, Rusya’dan doğalgaz alımlarından kaynaklı yaklaşık 25 milyar dolarlık BOTAŞ’ın borcu hâlâ ödenmiş değil. Bu arada AK Parti hükûmeti Batı Bloku ile işbirliği içinde Rusya’ya kazık üstüne kazık atmayı da ihmal etmedi. Önce ABD, Birleşik Krallık, İsrail ve Körfez ülkeleriyle birlikte el Kaide artıklarının Suriye’yi ele geçirmesi sağlandı.
Trump, Erdoğan’ı ağırlarken, herkesin gözü önünde ‘Suriye’deki gelişmelerin asıl sorumlusu’ diye boşuna taltif etmedi! Ardından yine Batı Blokunun Kafkasya operasyonunda aktif rol aldı hükûmet… Ve bir kazık da orada yedik. Bir de ne görelim, İlham Aliyev ile Nikol Paşinyan, Trump’ın yanında kuzu kuzu poz verip bir anlaşma imzalıyor. Zengezur Koridoru ABD’ye peşkeş çekiliyor. Bu ülkenin ahlâksız ve kıt zekalı kanaat önderleri de bunu millete “Türkiye’nin büyük zaferi, Turan Koridoru kuruluyor” diye kakalamaya çalışıyor.
KÜRESEL GÜNEY’DE OYUN KURUCU OLMAK VARKEN…
Oysaki şu küresel gerilimler sürecinde Türkiye’nin önünde büyük bir manevra alanı var. Eğer ki dik duruşlu ve görece tarafsız, bağımsız bir strateji izlenebilse, bölgesel aktör ve hatta bir ölçüde çok kutuplu bir dünyanın doğuşunda oyun kurucu olmak işten bile değilken, güvenilmez ve ‘git gelli’ omurgasız bir dış siyaset izlemeyi tercih ediyor ikidarın siyasal islamcı kanadı da sözde milliyetçi kanadı da…
ŞİÖ zirvesinde boy gösterip sonra Washington’da ülke ekonomisine zarar verecek ve ülkenin prestjini yerle bir edecek bir anlaşmalar dizisine imza koymak ancak bu omurgasız, stratejisiz ve ilkesiz tutumun bir sonucu olabilir. Aynı şekilde içi boş, sadece Suriye’deki soruna endeksli MHP Genel Başkanının ‘YRÇ’ çıkıyşı da böyle okunmalı.
Gelelim Washington’daki ziyarete… Tek tek anlaşmalara değinmeyeceğim, ancak gerek Boeing’den 225 yolcu uçağı alımı, gerek hem kazık hem de enerji güvenliği açısından sorunlu 43 milyar metreküplük Nijerya gazını ABD’li bir firmadan satın alma anlaşması bu ülkenin ekonomisine ihanet etmekle eşanlamlı.
Nükleer enerji meselesinde ikinci ya da üçüncü santralin doğru dürüst pazarlık yapılmadan apar topar ABD’ye hediye edilmesi de öyle… Trump’ın Türkiye’nin Rusya ile enerji ticaretini kesmesi talebinin ise kısa vadede mümkün olmadığı aşikâr… Bence eli yüksekten açmak için bu talebi dile getirdi Trump, diğer talepleri daha kolay kabul görsün diye.
‘ELDE VAR SIFIR’ DA DEĞİL BUNDAN ÇOK DAHA BETERİ!
‘Peki bu iki tüccar birbirini ağırlar’ hikâyesinden Türkiye’nin kazanımı ne? Suriye mi? Hiç sanmıyorum! Filistin mi? Neredeyse konuşulmadı bile!.. AB üyeliğine garanti mi alındı?
Herhalde bunu ciddiye bile alan yoktur. Peki ne? Bol bol içi boş iltifat ve şu ‘meşruiyet’! Bu ‘meşruiyet verme’ meselesi var ya, bu Türklerin tarihindeki en büyük aşağılanmalardan biri!
Bir beş para etmez ‘ev Arabı’, şu kendisini müstemleke valisi sanan Tom Barrack Türkiye’yi meşru kılacak öyle mi?
Yine şu Amerikalı dandik ve kazıkçı tüccar parçasının iltifatlarıyla mı iç siyasette meşru olacak bu iktidar?
İşte yerli ve milli siyasal islamcılığın iç yüzünü bir kez daha fark etmek için kör göze parmak budur! Zaten siyasal islamcılığın tarihi de külliyen budur!..