Yıllardır yazılıp çizilen, uyarılar yapılan bir konu ‘batının İran rejimini ortadan kaldırma’ projesi…
ABD, Avrupa Birliği (AB) ve bölgedeki bağlaşıklarının bu operasyonu nasıl yapabileceği de uzun süredir tartışılıyor. Galiba bu kez onlar için zemin, her zamankinden daha uygun ya da onlar böyle düşünüyor.
En azından birkaç yıldır Batı Asya’da (şu anglo-sakson terimi olan ‘Ortadoğu’ sözcüğünü kullanmak yerine Batı Asya’yı kullanmanın emperyalist batı ideolojisinden uzaklaşmak için bir adım olduğunu düşünüyorum) uygulanan strateji ve taktiklerin Suriye, Lübnan ve Irak’ta Direniş Eksenini büyük ölçüde zayıflattığı düşünülürse, bu senaryonun gerçekleşme ihtimali daha artmış gibi görünüyor.
Bir farkla, artık bu senaryonun içine çekilecek bölge biraz daha genişleyecek gibi…
Hindistan-Pakistan arasında yaşanan düşük yoğunluklu sıcak çatışmanın ardından, Belucistan’daki ayrılıkçıların tek taraflı ‘bağımsızlık’ ilanının da bu senaryonun bir parçası olduğunu düşünmek için pek çok ipucu var.
Bölgeyi ateşe verecek senaryo ve aktörler belli
Böyle giderse senaryonun aktörleri de neredeyse bir düzineyi bulacak.
Sayayım: ABD, AB, Birleşik Krallık, İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Katar, Ürdün, Irak Kürdistanı Bölgesel Yönetimi, Suriye (iktidarı ele geçiren ehlileştirilmiş el Kaideciler ile SDG kontrolündeki Kürt bölgesi, garip ama HTŞ ile çatışan İsrail etkisindeki Dürziler), Ürdün, Azerbaycan, Hindistan ve bir şekilde Cumhur İttifakının yönetimindeki Türkiye bir safta yer alacak. Kimisi aktif, kimisi Türkiye gibi sessizce…
Karşı tarafta ise İran İslam Cumhuriyeti, Yemen’deki Husiler, Lübnan’daki Şiiler, Suriye’deki Aleviler ve Şiiler, Rusya, Ermenistan, Pakistan (bu ülkede aynı zamanda azımsanmayacak oranda Şii yaşıyor. Bunun yanı sıra Beluciler gibi İran’daki akrabaları nedeniyle bu ülkenin dağılmasını isteyen gruplar da var) ve Çin…
Kabaca olası bir operasyonda saflaşmanın şekillenme potansiyelleri böyle… Filistinlileri bilerek yazmadım, çünkü şu sıralar bir Filistin mücadelesinden söz etmek isteyen tek bir bölge ülkesi yok!
Bazı yüzeysel aptalların ‘Şia sevici’ yaftasını yapıştıracağından eminim, ama kişisel olarak ben bu molla rejiminin yerle bir olmasını en çok isteyen insanlardan biriyim. Oradan Türkiye’ye kaçan yoğun işkence görmüş, aileleri rejim hapishanelerinde esir alınmış İran’dan gelme Acem, Türk, Kürt arkadaşlarım olduğu için… Bu işkenceler maruz kalmalarının ve canlarını zar zor kurtarmalarının sebebi ise ya dinsiz olmaları ya da laik…
Ancak bu rejimin dış güçler koalisyonuyla yıkılmasını isteyecek kadar da bölge halklarına düşman birisi olmam ahlâken mümkün değil. Her yurtsever insanın da böyle düşündüğünü ummak isterim.
İhvancı mezhepçiler, toplumu zehirlemek için doz artırıyor
Gelelim saflaşmaya…
Bu saflaşma tabii ki tek tek bu ülkelerdeki iktidarların ve bazı örgütlerin kimlerle işbirliği yaptığının da bir yansıması… Halklar için bire bir aynı şeyi söylemek mümkün değil. Bu sebeple de başta din olmak üzere, milliyet ve tarihsel hasımlıkların bir provokasyon ve manipülasyon aracı olarak kullanılacağı çok açık.
İsrail’in Hizbullah’a yönelik saldırıları sırasında ‘dilsiz şeytanlar’a dönüşen ve ellerini ovuşturan Türkiye’deki İhvan ve el Kaide kalıntısı güruh, alttan alta Şii nefretini kusarken, Suriye’de iktidarı el Kaide uzantısı Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm’ın (HTŞ) ele geçirmesiyle birlikte mezhepçi fanatizmini açık açık ortaya koymaya başladı.
Önce Türkiye’deki Alevi kurumlarına ‘siyasal Alevicilik’ yaftasını yapıştıran bu güruh, devamında Lazkiye, Hums ve Hama’daki Alevi katliamlarını izlerken mest oldu. Öte yandan Türkiye’nin çıkarlarını ve geleceğini savunan pek çok insana ‘İran ajanı’ suçlaması yapacak kadar aşağılıklaştılar.
ABD VE AB böyle buyurduysa…
Eğer ki bunlar birilerini ‘İran ajanlığı’ ya da ‘siyasal Alevicilik’ ile suçluyorlarsa, birkaç istisna hariç, o insanların çoğu anti-emperyalist ve yurtseverdir. İçlerinde birkaç mezhepçi veya kişisel ya da siyasi ikbal için abartılı söylemler geliştirenler varsa da hepsi o kadardır.
Ancak, bu mezhepçi İhvan şovenlerinin ruhlarına işlemiş tarihsel Şia düşmanlığı sınır tanımaz. Bu öyle bir patolojik durum ki, aynı virüsü Şafi ve Sünni mezhepçiliğinin etkisinden kurtulamayan Kürt siyaseti içinde bazı kesimlerde de gözlemleyebiliyorsunuz!
Bu provokatif söylemler özellikle HTŞ teröristlerinin Şam’ı işgal etmesi ve iktidarı ele geçirmesiyle coşan Sünni mezhepçilerinin içindeki kini ortaya çıkarmakla kalmıyor, İhvan’ın geleneksel batı emperyalizminin uşaklığına ne kadar teşne olduklarını da gözler önüne seriyor.
Yavuz yetmediyse İdris-i Bitlisi ile mezhepçiliğin alevi arlanır
Bu genlere işlemiş özellikler AK Parti kurmaylarının ‘içten’ ve ‘anlık’ demeçlerinde alenen ortaya çıkıyor. TBMM Başkanı Numan Kurtulmuş, Şırnak Üniversitesi Konferans Salonunda ‘Şırnak Sivil Toplum Buluşması’nda şu konuşmayı yapabiliyor, ki bu kişi adı üstünde meclis başkanlığı görevini yürütüyor ve bir sorumluluğu olması gerekir:
“…Bir başka ittifak ise Anadolu topraklarını baştan aşağı zulümle inleten Şah İsmail’e karşı Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi’nin yapmış olduğu bir büyük ittifaktır. 1514’te Çaldıran’da o ittifakımız Anadolu’daki müslüman toplulukların başının daha dik bir şekilde dolaşmasına, esenlik ve birlik içerisinde birlikte var olmasını sağlamıştır”.
Tam tamına konuşmada yer alan ifadeler bunlar!
Baştan sona sorunlu ve bir o kadar provokatif… Ancak mesele siyasi anlamda sorunlu olması değil, bunların bir araya geldiklerinde, tıpkı bu ‘sözde sivil toplum’ buluşmasında olduğu gibi, içinden gelenleri samimiyetle söylemiş olması. Duyguları böyle, fikri böyle!..
Tarih bilgisinin yetersiz olmadığını ve o savaş ve sonrasında ne kadar Türkmen Alevi’nin kılıçtan geçirildiğini bilmediğine kimse inanmaz.
Bu konuşmanın duyulması ve çok fazla tepki çekmesi üzerine yaptığı açıklamaya gelince… O bol hamaset ve vıcık vıcık duygusallığın milyonlarca yurttaşın gözünde zerre inandırıcılığı olmadığını rahatça söyleyebilirim.
Mezhepçilik en kullanışlı maşadır bu topraklarda
Mesele salt bir koyu mezhepçilik meselesi olsa, diyeceğim ki “Bu coğrafyada alışılmış bir şey, çok da şaşırtıcı değil”, ancak öyle değil.
Bu, uluslararası komplonun bir parçası olan ‘İran operasyonu’nda bu iktidarın nasıl konumlanmak istediğinin de ipuçlarını vermesi açısından önemli. Bu İran operasyonu gerçekleşmeden önce, tıpkı Filistin, Lübnan, Suriye’de buna karşı duracak odaklar nasıl etkisizleştirildiyse, şimdi Irak’ta Arap-Kürt işbirliğiyle Haşdi Şabi’nin, Türkiye’de ise Alevi toplumunun destek verdiği başta CHP olmak üzere, sosyalistler ve sivil toplumun bir kesiminin sesinin kısılması gerekiyor. Bu İhvancı mezhepçi söylemlerin artarak sürmesinin sebebi de bu…
Bu çok tehlikeli bir taktik ve ‘silahsızlanma’ sürecinde bu kesimleri dışlayıp, ‘bin yıllık Türk-Kürt kardeşliği’ payanda yapılarak uygulanmaya çalışılıyor olması daha da vahim.
Yavuz Sultan Selim ile İdris-i Bitlisi ittifakına göndermenin amacı da bu işte!
Buna Kürt siyasetindeki feodal kalıntıların ve ağa soyluların balıklama atlama ihtimalinin de yüksek olduğunu belirteyim.
Birilerini şeytanlaştırarak Türk-Kürt kardeşliği olmaz
Suriye Demokratik Güçleri (SDG) ile HTŞ arasında o baştan kadük olan anlaşmanın imzalandığı günleri bir hatırlayın. El Kaide teröristleri tarafından katledilen Arap Alevilerini ‘Esed artıkları’ diye suçlayanlar arasında sadece İhvancılar değil, Kürt siyasal islamcıları, hatta sosyalist geçinen zübükler bile vardı!
Kurtulmuş’un açıklamasının ardından şu yurtdışında yaşayan ve Kürt siyaseti üzerine ahkam kesen bazı tiplerin, “İdris-i Bitlisi ve ailesine Şah İsmail yanlıları nasıl zulmetti” diyerek Kurtulmuş’a destek veren ‘yavuz Kürt çeyrek aydınları’nın sayısı da hiç az değil.
Bugünlerde her yurtseverin bu provokasyonları boşa çıkarması en önemli görevlerden biri… İster liberal olsun, ister sosyalist, ister Kürt siyasetinden… Bu kanlı oyun bu coğrafyada burnumuzun dibinde sergilenirken, gericilik, mezhepçilik ve çağdışı bir milliyetçiliğin emperyalist kuklası söylemlerini o çıktıkları zehirli toprağa gömmek bir yurtseverlik görevi olmalı.
Türk-Kürt kardeşliği, bu ülkede yaşayan 20 milyon yurttaşı düşmanlaştırmaya kalkışarak gerçekleşemez.
İki kere iki dört neyse, o kadar sarih!