HALKWEBYazarlarÜniversitelerde Performans Kıskacında Çırpınan Eğitim

Üniversitelerde Performans Kıskacında Çırpınan Eğitim

Eğitimle performans neden yan yana yürümüyor? Çünkü performans sistemi hız ister, sayı ister, ölçülebilir çıktı ister.

0:00 0:00

On altı yıldır öğretim üyesiyim.

Bu sürenin büyük kısmını üniversite hastanelerinde, kliniklerde, servislerde, ameliyathanelerde geçirdim. Asistan yetiştirdim, öğrenci eğittim, hasta baktım, bilim yapmaya çalıştım. Ayrıca üç yıl yurt dışındaki eğitim hastanelerinde çalıştım. O yüzden şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Türkiye’de tıp eğitimi uzun süredir doğru bir yerde durmuyor.

Bunu herkes biliyor ama kimse yüksek sesle söylemek istemiyor. Sorun ne öğrenciler ne de hocalar. Sorun sistemde.

Bugün üniversite hastanelerinde öğretim üyesinden aynı anda iki farklı şey bekleniyor. Bir yandan bilim insanı olacaksın, eğitim vereceksin, araştırma yapacaksın, yayın üreteceksin. Öte yandan performans puanı kovalayan bir hizmet hekimi gibi daha çok hasta bakacak, daha hızlı işlem yapacak, döner sermaye üreteceksin. Açık söyleyeyim: Aynı potada erimez bu ikisi. Çünkü bu iki dünya aynı mantıkla çalışmıyor.

Performans sistemi içinde para kazanmaya zorlanan bir öğretim üyesinin öğretim sürecinin etkin bir parçası olması mümkün değil. Bu kişisel bir beceri meselesi değil, yapısal bir sorun. Tıp fakültesinde öğretim üyesinin görevi hasta saymak değildir. Hekim yetiştirmektir. Klinik aklı aktarmaktır. Bilim yapmaktır. Bunlar aceleyle, hız baskısıyla, puan hesabıyla yapılmaz. Bunu yıllardır birebir yaşıyorum.

Eğitimle performans neden yan yana yürümüyor? Çünkü performans sistemi hız ister, sayı ister, ölçülebilir çıktı ister. Eğitim ise zaman ayırmayı, düşünmeyi, tekrar etmeyi ister. Asistanın “Bu hastada neden böyle davrandık?” sorusu birkaç dakikada geçilecek bir soru değildir. Ama o birkaç dakika, hekimliğin öğrenildiği yerdir. Performans tablosunda görünmez belki ama mesleğin özü oradadır.

Bir başka temel çelişki hata meselesinde ortaya çıkar. Eğitim, kontrollü ve gözetimli hatalara ihtiyaç duyar. Performans sistemi ise hatayı risk olarak görür. Sonuçta asistan hastaya ya hiç dokunamaz hale gelir ya da yalnız bırakılır. İkisi de eğitim değildir.

Performans ölçülebileni sever. Eğitim ise her zaman ölçülemez. Bir asistanın klinik muhakemesinin olgunlaşması, etik refleks kazanması, doğru yerde durmayı öğrenmesi puan tablolarına sığmaz. Ölçemediğiniz şeyi sistemde değersizleştirirsiniz. Olan tam olarak budur.

Bir de kimsenin yüksek sesle konuşmak istemediği başka bir gerçek var. Çok iyi hocalar, ekonomik ve mesleki tatmin sağlayamadıkları için üniversitelerden ayrılıyor. Bu insanlar kolay yetişmez. Yılların emeğiyle, deneyimiyle oluşurlar. Sistem bu kaybı olağanlaştırdıkça, üniversitelerin içi boşalıyor. Oysa sistemin hem iyi hocaları tutması hem de üniversiteleri çalışmak için cazip yerler haline getirmesi gerekir.

Yurt dışındaki sistemler kusursuz değil, bunu biliyorum. Ama ortak bir akıl var: Akademik hekimlik ile hizmet hekimliği işlevsel olarak ayrılıyor. Öğretim üyesinin klinik hizmeti var ama bu hizmet, gelir maksimizasyonu için değil, eğitim ve araştırmayı desteklemek için düzenleniyor.

Bizde ise üniversite hastaneleri hizmet yükü altında ezilirken, eğitim “olursa ne âlâ” noktasına itilmiş durumda. Bu sürdürülebilir değil.

Artık net bir karar vermek zorundayız. Üniversite hastaneleri hizmet üretim merkezi mi olacak, yoksa eğitim ve bilim merkezi mi? İkisini bu haliyle birlikte yürütmek mümkün değil. Öğretim üyesini performans baskısıyla çalıştırıp, ondan nitelikli tıp eğitimi beklemek gerçekçi değil.

Tıp fakülteleri diploma dağıtan kurumlar değildir. Üniversite hastaneleri de hasta çeviren işletmeler olamaz. Eğitim sistemin kenarında kalırsa, geriye sadece unvanlar kalır.
Hekim yetiştiririz belki ama “iyi hekim” yetiştiremeyiz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI