Dünya haritasını açın.
Türkiye’den başlayın; Suriye’nin Alevi köylerine uğrayın, Êzîdî dağlarına çıkın, Sudan’ın karanlık sokaklarına inin, Filistin’in enkazlarından geçin ve İran’ın idam sehpalarının gölgesine bakın.
Bir şey fark edeceksiniz:
Kadına yönelik şiddetin milliyeti yok, bayrağı yok. Din, mezhep, sınır tanımıyor. Erkek egemen düzen nerede varsa, şiddet orada “ulusal miras” gibi işliyor.
Kadınlar Susturuluyor, Şiddet Meşrulaştırılıyor
Türkiye’de “aile yapısı” bahanesiyle kadın susturuluyor.
Suriye’de “savaş hali” diye kaderine terk ediliyor.
Êzîdî kadınlara “ganimet” muamelesi yapan zihniyet, Sudan’da açlık, savaş ve tecavüz arasında sıkışmış kadınla aynı karanlıktan besleniyor.
Gelişmiş Batı ülkeleri de farklı değil. Kadınlar siyasette, iş dünyasında ve ücret eşitliğinde hâlâ erkeklerle eşit fırsatlara sahip değil. Ücret uçurumları, cam tavanlar, bakım yükünün tek başına kadına bırakılması ve cinsel taciz hâlâ yaygın.
Dünya genelinde, savaşın ve krizlerin gölgesinde kadınlar en fazla zarar gören grup olmaya devam ediyor. Kadın eşitsizliği, coğrafya, kültür veya ekonomik gelişmişlik fark etmeksizin evrensel bir sorun.
Üstelik dünyanın en gelişmiş Batı medeniyetlerinde dahi kadınlar eşitsizlik mağduru.
ABD’de, İngiltere’de, Almanya’da ve Fransa’da bile, kadınlar politik karar alma mekanizmalarından hâlâ yeterince temsil edilmiyor, maaş eşitsizliği devam ediyor ve işyerlerinde taciz vakaları yaygın. Hukuki ve sosyal haklarda ilerleme sağlanmış olsa da, kadınlar hâlâ sistematik dezavantajlarla karşı karşıya.
Filistin’de kadın olmak…
Bombardıman, işgal, gözaltılar, cinsel şiddet iddiaları, çıplak aramalar.
Dünyanın en “duyarlı” ülkeleri hâlâ diplomatik cümleler kurarken, kadınlar enkazdan çocuklarını çıkarıyor.
Savaş erkeklerin çıkarı.
Bedeli kadınların bedeninde ödeniyor.
İran: Saç Teli Bir Kurşundan Güçlüdür
Bir kadın sadece saçını gösterdi diye öldürülebiliyor.
Mahsa Amini’nin ardından milyonlarca kadın sokaklara çıktı.
Saçlarını kesti, başörtülerini yaktı ve rejimin korkularını açığa çıkardı.
Cevap neydi?
İşkence, gözaltı, idam.
Devlet, bir kadının saç telinden bile ürktüğünü itiraf etti.
Çünkü bazen bir saç teli bir kurşundan daha güçlüdür.
Sudan, Êzîdî kadınlar, Suriye Alevi kadınları…
Coğrafya değişiyor, yöntem aynı.
Sudan’da savaşın ortasında kadınlara yönelen sistematik şiddet, Êzîdî kadınların yıllarca esaretten sonra adalet çığlığı, Suriye Alevi kadınlarının mezhepçi çatışmaların gölgesinde verdiği yaşam savaşı…
Hepsi aynı gerçeği kanıtlıyor: Erkek şiddeti evrensel; kadın direnişi de öyle.
Türkiye’de Durum: “Kınıyoruz” Politikası
Türkiye’de her gün öldürülen kadınlar için devletin sabit repliği var:
“Kınıyoruz.”
Öyle çok kınıyorlar ki, neredeyse bir kamu politikası oldu.
Ama gerçek ortada:
Son 20 yılda en az 8 binden fazla kadın öldürüldü.
Resmî olmayan rakamlarla bu sayı 10 binlere dayanıyor.
“Kadın cinayeti yok, aile içi tartışma var.”
“Kadın koruma kararı almış ama kader…”
“Erkek sinirle yaptı.”
Bu cümlelerin her biri bir suç ortağıdır.
İstanbul Sözleşmesi kadınların şiddetten korunması için en net ve güçlü metindi.
Devletin hoşuna gitmeyen tarafı neydi?
Şiddeti önleme sorumluluğunu devlete yüklüyor, cezasızlığı bitiriyor, kadının beyanını esas alıyor, “namus”, “töre” ve “gelenek” bahanesini mahkeme kapısından içeri sokmuyordu.
İşte bu yüzden bir gece yarısı çıkıldı.
Meclis yok, parlamento yok, halk yok.
Kadınların hayatı bir kişinin imzasına kurban edildi.
Sözleşme gitti, geriye kadın mezarları kaldı.
Kağıt Üzerinde Vicdan: Kadın Sığınma Evleri
Türkiye’de kadın sığınma evi sayısı olması gerekenin çok altında.
Kanuna göre nüfusu 50 bini aşan her belediyenin sığınma evi açması zorunlu.
Ama gerçek ne?
200’ü aşkın belediyeden sadece 32’si sığınma evi açmış.
Yani kanuna uyan belediye oranı %15 bile değil.
Devlet diyor ki: “Kaçacak yeriniz var.”
Ama kapıları açtığınızda içerisi boş.
Şiddet gören kadın, devlete sığındığında bile devletin boşluğuna düşüyor.
Kadınlar Bu Düzeni Yıkacak
Filistin’de enkazdan çocuğunu çıkaran kadın,
İran’da idam tehdidine rağmen saçını açan kadın,
Êzîdî kadınların esaretten sonra adalet isteyen haykırışı,
Sudan’da karanlığa rağmen hayatı sırtlayan kadın,
Türkiye’de meydanlardan vazgeçmeyen kadın…
Hepsi aynı gerçeği söylüyor: Biz yaşıyoruz.
Sizin düzeniniz ölecek.
25 Kasım bir gün değildir.
Bir hesap sorma günüdür.
Kadınların sınır tanımaz haklı öfkesi, dünyadaki bütün devletlerden daha evrenseldir.
Somut Çözüm Önerileri
1. İstanbul Sözleşmesi’ne geri dönülmeli ve eksiksiz uygulanmalı.
2. 6284 sayılı yasa genişletilmeli, delik bırakılmamalı.
3. Kadın sığınma evleri sayısı üç katına çıkarılmalı.
4. “İyi hâl”, “tahrik”, “kravat indirimi” gibi erkek kollayan uygulamalar kaldırılmalı.
5. Her ilde 7/24 çalışan bağımsız kadın destek merkezleri kurulmalı.
6. Kadına yönelik şiddet aile içi değil, kamusal güvenlik sorunu olarak kabul edilmeli.
7. Gözaltı, karakol ve yargı süreçleri kadın dostu hâle getirilmeli.
8. Okullarda zorunlu toplumsal cinsiyet eşitliği eğitimi verilmeli.
9. Belediyelerin sığınma evi zorunluluğu denetlenmeli ve yaptırım uygulanmalı.
10. Bağımsız kadın örgütlerinin karar süreçlerine katılımı yasal güvenceye alınmalı.
Kadına yönelik şiddet; coğrafya, mezhep, kimlik, sınır tanımayan bir insanlık suçudur.
İstanbul Sözleşmesi’nden çıkmanın utancı, sığınma evlerinden tasarruf etmeye çalışan zihniyet, kadınların yaşam hakkını “ailenin bekası”na feda eden anlayış…
Hepsi aynı karanlığın ürünüdür.
Biz bu karanlığı reddediyoruz.
Kadınların öldürülmediği, ezilmediği ve susturulmadığı bir yarın istiyoruz.
Bir kadın daha eksilirse, insanlık eksilir.
Ve biz buna izin vermeyeceğiz.
