Dünyanın en büyük adalet sarayı ülkemizde: İstanbul Anadolu Adalet Sarayı.
Ve Türkiye, bugün yarı açık cezaevi düzeninde yaşamaya zorlanan bir ülke hâline getirildi. Düşüncesini ifade ettiği için içeri alınan insanlar, “kuyu tipi” izolasyonlarda ağır psikolojik baskı altında tutulurken; iktidar ve muhalefet korosunun yapay miting performanslarıyla nabız düşürme çabası artık tahammülü yıpratıyor.
Meydanlarda “Ekrem aşağı, Ekrem yukarı” diye bağırarak gündemi yumuşatmaya çalışan Özgür olmayan Özel ve şürekâsı, “muş gibi” siyasetinin en mahir oyuncularına dönüşmüş durumda. Aynı anda cezaevlerindeki en ağır gerçekler örtülüyor, unutturuluyor, yokmuş gibi davranılıyor.
Daha ilginci:
Hakkında 2.300 yıl ceza talebiyle iddianame düzenlenen Ekrem İmamoğlu, tweetlerini atıp ana muhalefeti dizayn etmeye devam ediyor.
Ama içeride 9 yıldır tutsak olan Selahattin Demirtaş ve diğer düşünce suçluları, tarihe geçecek mektuplaşma çabalarını zorlukla sürdürebiliyor.
Ve en hazini:
Bir zamanlar cezaevi komisyonlarında görev yapan Özgür Özel, Veli Ağbaba ve o komisyonları yıllarca işgal edenler bugün çıkıp hâlâ:
“Bu bir insanlık suçudur, neden cevap vermiyorsunuz?” diye sormuyorlar.
Sormadıkları için…
Biz anlatalım.

“Kuyu Tipi”: Güneşi, Havası, Havalandırması Olmayan Bir İzolasyon Düzeni
Türkiye’nin uzun süredir konuşmaktan kaçtığı bir gerçek var:
Kuyu tipi hapishaneler.
F tipi izolasyonun da ötesinde, insanı zihinsel ve fiziksel çöküntüye sürükleyen karanlık yapılar…
Güneş yok.
Havalandırma yok.
Saat yok, zaman yok, mekân yok.
Bir insanın kendi gölgesini bile göremediği hücreler…
CİSST ve İHD bu yapıları “sürekli işkenceye dönüşmüş tecrit rejimi” olarak tanımlıyor.
S ve Y Tipi Cezaevleri: Tecridin Yeni Nesil Modelleri
F tiplerinden sonra şimdi de S ve Y tipi hapishaneler sahnede.
Y Tipi: Sadece tek kişilik hücrelerden oluşur.
S Tipi: Daha da ağır izolasyon; sınırlı havalandırma, sürekli kamera gözetimi, çıplak arama ve kesintisiz fiziksel-psikolojik baskı.
İnsan hakları örgütlerinin ortak yorumu:
“Bu yapılar, tecridi kalıcılaştıran ve insanı insanlığından soyan cezaevi modelleridir.”
Türkiye’nin Hapishane Tablosu: Rakamlarla Bir Tecrit Ülkesi
Son resmi verilere göre Türkiye’de:
402 hapishane bulunuyor.
304.886 kişilik kapasiteye karşı 428.267 mahpus tutuluyor.
77.014 mahpus eğitimine devam ediyor.
0–6 yaş arası 822 çocuk, anneleriyle birlikte cezaevinde büyüyor.
12–18 yaş arası 4.682 çocuk cezaevinde.
6.625 mahpus 65 yaş üstü.
Mahpus iaşe bedeli: 83 TL
Çocuk iaşe bedeli: 150 TL
Ve her yıl 100 kişinin altına inmeyen ölüm vakaları…
Bu rakamlar, sistemin artık kritik kırılma noktasına geldiğini gösteriyor.
Siyasetin Sahte “Nefes Aldırma” Çabası
Tüm bu tablo ortadayken muhalefetin yaptığı tek şey:
“Ortada kuyu var, yandan geç” siyaseti.
Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanması ihtimali üzerinden üretilen senaryo,
“F tipi lüks oda” tartışmasına dönüştürülerek kamuoyu dikkatinden gerçekler itinayla kaçırılıyor.
Oysa gerçek ortada ve acı:
Bu ülkede kuyu tipi hapishaneler var.
Bu ülkede düşünce suçluları yıllarca tecrit altında tutuluyor.
Bu ülkede çocuklar bile demir parmaklıklar arasında büyüyor.
Ve siyasetçilerin tamamı, bu gerçekler olurken mış gibi yapmaya devam ediyor.
Son Söz
Eğer bir ülkede insan hakları bu kadar ağır bir tabloya dönüşmüşse,
Eğer siyaset sahnesi gerçeklerden kaçıp sahte mitinglerle gündemi boğuyorsa,
Eğer kuyu tipi işkence rejimi sıradanlaştırılmışsa…
Sorun sadece iktidarda değildir.
Susarak gerçeği unutturan muhalefet de bu tablonun ortağıdır.
Ve böyle bir ülkede Ahmet Kaya’nın sözü yeniden yankılanır:
“Ne kadar rezil olursanız, o kadar iyi…”
Çünkü rezillik büyüdükçe, saklanan gerçekler de o kadar görünür hâle gelir.
