HALKWEBYazarlarİmamoğlu'nun İmralı planı tutar mı?

İmamoğlu’nun İmralı planı tutar mı?

Atakan Sönmez
Atakan Sönmez
İnsan... Çerkes... Gazeteci

Bu hamleyle İmamoğlu, Kasım 2027'de yapılacağını düşündüğüm seçimlerde CHP için en güçlü adayın Mansur Yavaş olmasının da yeniden önünü açtı.

“Terörsüz Türkiye” projesi kapsamında Abdullah Öcalan’la görüşmek üzere İmralı’ya gidecek Meclis heyetine CHP’nin üye vermeme kararının yankıları sürüyor. Bu arada sürece destek veren ve Meclis komisyonuna üye veren Yeni Yol Grubu da heyete üye vermedi ama bu karar haliyle CHP’nin kararı kadar kamuoyunda tartışılmadı.

Gelen tepkilere bakılırsa CHP’nin bu kararını doğru bulanlar da yanlış bulanlar da var.

Özellikle DEM Parti ve tabanı, CHP’nin aldığı bu karardan hayal kırıklığına uğradı. Nitekim Pervin Buldan’ın önce yazıp sonra sildiği ‘”Ana muhalefet partisi DEM Parti’dir. Nokta.” paylaşımı da bu tepkinin zirve noktası oldu.

Peki CHP’nin aldığı bu kararın gerekçesi neydi? Kararın alınmasında hangi faktörler etkili oldu?

Bu sorunun çok katmanlı bir yanıtı var. Hem stratejik hem de taktik nedenlerle CHP bu kararı aldı.

Sürecin başından başlayalım.

Devlet Bahçeli’nin 22 Ekim 2024’te yaptığı “Şayet tecridi kaldırılırsa gelsin, TBMM’de DEM Parti toplantısında konuşsun. Terörün bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın” çağrısından bir gün sonra CHP Genel Başkanı Özgür Özel, “Devlet bey bir adım daha ileri gidiyorum. El yükseltiyorum. Ben de Kürtlere devlet teklif ediyorum” diyerek hem sürece destek verdi hem de Bahçeli’nin başlattığı süreçte CHP’nin daha ileri taleplere de hazır olduğunun işaretini verdi.

Ancak zaman içerisinde CHP’nin Terörsüz Türkiye sürecine yaklaşımında çeşitli dalgalanmalar oluştu.

İlk kırılma, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, Bahçeli’nin çağrısı karşısında uzun süren sessizliği üzerine oldu. CHP yönetiminden o dönem sıklıkla “Erdoğan neden sessiz, çıksın o da sürece destek verip vermediğini açıklasın” çağrıları geldi.

Şüphesiz bu durum, CHP’nin ‘Terörsüz Türkiye’ süreci hakkında yaşadığı kafa karışıklığından kaynaklanıyordu.

Sürecin başında CHP’de ağırlık kazanan görüş bu sürecin Tayyip Erdoğan’ın bir dönem daha cumhurbaşkanı olabilmek için attığı taktik bir siyasi adım olduğu görüşüydü. Erdoğan bu adımla, hem istediği anayasa değişikliğini ya da DEM Parti’nin desteği ile Meclis’te seçim yenileme kararı alarak bir kez daha adaylığının önündeki engeli kaldıracak, hem de 2015’ten bu yana adım adım kendisinden ve partisinden uzaklaşan Kürt seçmenlerin desteğini yeniden kazanacaktı.

CHP’deki baskın olmayan ikinci görüş ise ‘Terörsüz Türkiye’ projesinin bir devlet politikası olduğu ve buna destek olunması yönündeydi.

Ancak bu durumda da başka bir ‘sorun’ ortaya çıkıyordu.

Süreç başarılı olursa, ortaya çıkacak ‘siyasal faydadan’ en büyük payı kim alacaktı?

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu faydadan en büyük payı alacağına dair olan güçlü inanç, CHP ve medyasında sürece karşı ikircikli bir tutumun ortaya çıkmasına neden oldu.

Aslında ‘Terörsüz Türkiye’ projesinin mimarı olarak MHP Lideri Devlet Bahçeli’nin seçilmesi tam da bu nedenleydi.

Sadece milliyetçi tabanı ikna etmek için seçilmemişti Bahçeli. Onun seçilmesinin asıl nedeni, sürecin başarılı olması halinde ortaya çıkacak ‘siyasal faydayı’ ya da başarısız olması halinde çıkacak ‘siyasal fatura’yı dikkate almayacak tek siyasi lider olmasıydı.

Yanlış anlaşılmasın, bunun nedeni ‘diğer liderler siyasi geleceklerini, Bahçeli ülkeyi düşünür’ gibi hamasi bir gerekçe değil.

Eski rejimin TSK’ya verdiği görev, 2017’de yapılan anayasa değişikliği ile kurulan yeni sistemde MHP’ye verildi.

Neydi o görev? ‘Rejimi koruma ve balans ayarı sağlama’

Devlet Bahçeli’nin aldığı oydan bağımsız olarak sahip olduğu asimetrik güç, tam da rejimin bu yeniden inşası ile doğrudan alakalı.

Nitekim MHP, DSP’nin % 22.19 oyla birinci olduğu 1999 seçimlerinde %17.98 oy alarak koalisyon ortağı olduğu 56. Hükümette sahip olduğu gücün kat be kat üstünde bir güce, sadece %10’luk oy oranı ve ‘Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi’ gibi şeklen Cumhurbaşkanının tek güç olarak tanımlandığı sistemde ulaştı.

Uzun parantezi kapatıp CHP’nin İmralı heyetine üye vermeme kararına dönelim.

Meclis’te kurulan komisyonun 18. toplantısında İmralı’ya heyet gönderilmesi hakkındaki oylama sırasında CHP’li üyeler komsiyon toplantısını terk etti.

CHP’nin komisyon üyelerinden Grup Başkanvekili Murat Emir, partisinin İmralı heyetine üye vermeme kararını açıkladı.

Emir o açıklamasında, şöye konuştu:

“Böyle bir dönemde, iç barışımızı sağlamak için bu sorunlara çözüm üretilmesi gerekirken, tüm meselenin İmralı’ya gidip gitmeme konusuna sıkıştırılmasına milletimizin rızası yoktur. Bu kararın olmazsa olmaz olarak tanımlanması, tarihi bir kavşak ve tek seçenek olarak öne sürülmesi Komisyonun kuruluş amacıyla uyumlu değildir. ..

… Komisyonumuzun Başkanı bile olmadan, sadece 5 milletvekilinin Ada’ya gitmesi yerine, teknolojik imkanlardan yararlanarak, daha kolay, daha katılımcı ve daha tartışmasız bir sürecin yönetilmesi mümkündür…”

Devamında ise bu tutumun diğer gerekçelerini şöyle ifade etti:

“Hatırlatmak isteriz ki: Bugün herkesin ne diyeceğini beklediği Cumhuriyet Halk Partisi, bir kapatma davasıyla karşı karşıyadır. Seçilmiş 16 belediye başkanı ve Cumhurbaşkanı Adayı hapistedir. Kadınlara, çocuklara ve ailelere zulmedilmektedir. Ama Partimiz her şeye rağmen, demokrasi, barış ve çözüm umuduyla bu komisyonda kalmaya devam etmektedir. Eğer bu milletin barış umutları 10 yıl önce olduğu gibi bir kez daha şahsi hırs ve ihtiraslarla heba edilmeye çalışılırsa, Cumhuriyet Halk Partisi durduğu yerde kararlılıkla durmaya devam edecektir.”

CHP’nin bu kararına başta Kürt siyasal hareketi, son dönemde CHP’ye eklemlenen liberal çevreler ve Kürt sorununun çözümünde partilerinin daha cesur davranarak oyun kurucu olmasını savunan CHP içindeki bazı çevrelerden eleştiriler geldi.

Bir yandan da tüm gözler kararın ardından Silivri’den gelecek açıklamaya çevrildi.

CHP’nin kağıt üzerindeki cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu, bu karar için ne diyecekti?

Nitekim CHP’nin bu kararının ardından 2 gün süren sessizlik, ‘Silivri’den karara yönelik bir eleştiri gelecek’ beklentilerini de oluşturdu.

23 Kasım’da ise Ekrem İmamoğlu için açılan Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi (@CAOIletisim) hesabından CHP’nin aldığı karara dair bir açıklama yapıldı.

İmamoğlu, CHP’nin aldığı kararı desteklediği 3 sayfalık açıklamasında gerekçesini ise şöyle anlattı:

“Komisyonda gündeme getirilen “Abdullah Öcalan’la İmralı Cezaevinde görüşme” önerisine partimizin katılmamasının sebeplerinin iyi anlaşılması gerekmektedir. CHP olarak ilk günden beri Kürt meselesinin çözümünden yana olduk ve olmaya devam edeceğiz. Ancak sürecin milletin büyük kısmının onayını almayan biçim ve yöntemlerle sürdürülmesine katkı vermeyi doğru bulmuyoruz. Sürecin iktidar tarafından ciddiye alındığını gösteren demokratikleşme adımları atılmadıkça ve millet sürecin parçası kılınmadıkça, CHP sürece ihtiyatlı tutumunu sürdürerek katkıda bulunmaya devam edecektir.

Çok sayıda belediye başkanı ve siyasetçinin tutuklu olması, belediyelere atanan kayyımlar ve muhalefete yönelik düşmanlık siyaseti, AİHM ve AYM kararlarının tanınmaması ve Sayın Cumhurbaşkanı’nın süreci güçlü bir biçimde savunmaktan imtina eden yaklaşımı, bu kritik sürecin önündeki en büyük engellerdir. Sürecin yolu, yöntemi ve ilacı, demokratikleşme ve eşit yurttaşlığa dayalı demokratik çözümdür.”

CHP yönetiminin açıklaması da, Ekrem İmamoğlu’nun açıklaması da, hatta projenin ana yüklenicisi konumundaki AK Parti’nin de her ne kadar “bu mesele siyaset üstü bir mesele” deseler de, siyasetçilerin hiçbir meseleye siyaset üstü bakamayacakları realitesini açıkça gösteriyor.

Bahçeli’yi neden bu tablodan istisna tuttuğumu yukarıda açıklamıştım.

Tam da “CHP’nin İmralı kararı CHP yönetimi ile İmamoğlu’nun tam uyumu ile alındı” denirken bambaşka bir gelişme yaşandı.

Yazının yazıldığı şu ana kadar henüz yalanlanmayan T24’teki Ceren Bayar imzalı habere göre; “CHP’nin tutuklu Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu başlangıçta İmralı’ya gidilmesi gerektiği yönünde görüş bildirdi ancak yaptığı görüşmeler sonrasında partinin kararına saygı duyacağını söyledi.”

Peki CHP’nin 2023 Kasım’ndan bu yana yaşanan pratiklerine baktığımızda mevcut parti yönetiminin Ekrem İmamoğlu’nun katılmadığı bir kararı alması ve İmamoğlu’nun da bu karara kerhen katılması ne kadar mümkün, okuyucuların takdirine bırakıyorum.

O halde ne oldu da “El yükseltiyorum ve Kürtlere devlet vaadediyorum” diyen Özgür Özel, sürecin devamı için tüm muhatapların üzerinde mutabık kaldıkları İmralı görüşmesi konusunda muhalif bir tavır aldı?

Önce kanaatimi belirteyim, sonra gerekçelerimi açıklayacağım.

Bence bu karar T24’teki haberde iddia edildiği gibi ‘CHP yönetiminin aldığı ve İmamoğlu’nun da uymak zorunda kaldığı bir karar’ değil, tam tersine Silivri’de İmamoğlu tarafından alınan ve CHP yönetiminin de uymak zorunda kaldığı’ bir karar.

Gerekçesi ise tamamen siyasi taktikle alakalı.

Biraz geriye dönelim.

Özgür Özel, CHP genel başkanı seçildiği kurultayın ardından kendisine sorulan “Cumhurbaşkanı adayı olacak mısınız” sorusuna, “Şu anda takımda iki forvet var. Biri Mansur Yavaş, diğeri Ekrem İmamoğlu. Ama birçok yeni figür de parlıyor. Bu isimlerden en iyi takımı kurmak önemli. Maçın son dakikasında bir penaltı kazanıldığında teknik direktör, ‘Bırakın ben atacağım’ demez. En formda oyuncusuna attırır. “ diye yanıt vermişti.

Bu cümle sadece CHP’nin cumhurbaşkanı adayı belirleme yöntemi açısından bir bakış açısı vermiyor aynı zamanda Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2023’te cumhurbaşkanı adayı olmasını mahkum ediyordu. (Her ne kadar o adaylıkta Özgür Özel ve o günkü parti yönetiminin tamamının mutabakatı olsa da.)

Tabi siyasette ‘dün dündür, bugün bugündür’ düsturu her ne kadar Süleyman Demirel’e mal edilse de aslında değişmez bir kuraldır.

Nitekim zaman içinde önce diploma iptali ve siyaset yasağı ardından gelen İBB soruşturması ve tutuklama kararı ile Ekrem İmamoğlu’nun adaylığı imkansız hale geldi.

CHP yönetimi her ne kadar İmamoğlu’ndan ‘Cumhurbaşkanı adayımız’ diye bahsetse de zamanla alternatif formüller öne çıkmaya başladı.

Aslında alternatif aday bu durumda belliydi. Forvetlerden biri oyun dışı kalınca ‘penaltıyı atacak forvet’ olarak geriye Mansur Yavaş kalmıştı.

Ancak süreç böyle işlemedi. İmamoğlu’nun adaylık ihtimali zayıfladıkça Özgür Özel’in adaylık ihtimali güçlenmeye başladı. CHP’ye yakın kimi anket şirketlerinin Erdoğan karşısında Özel’in Mansur Yavaş’tan daha fazla oy aldığını gösteren anketleri de bu dönemde servis edilmeye başlandı.

Mansur Yavaş hakkında başlatılan konser soruşturması da CHP içinde ve çevresinde Özel’in adaylığını destekleyenlerin elini daha da güçlendirdi.

İmamoğlu, tutukluluğunun 5. ayında ilk kez kendisi dışında bir adayın olabileceğini kabul etti:

“Ben naif değilim. Resmi olarak yasaklanırsam, demokratik muhalefet yine de bir araya gelmelidir. İlerlemek için başka bir aday gerekiyorsa, o kişi adalet, refah ve barış için ortak vizyonumuzu sürdürmeli”

Bu açıklamada bir ismi işaret etmediği gibi ikinci forvet olarak tanımlanan Mansur Yavaş’ı ima eden bir işaret de yoktu.

“Peki CHP’nin İmralı kararı ile bunların ne alakası var” sorusu aklınıza gelmiştir ve gelmesi de doğaldır.

Yazının başında ‘Terörsüz Türkiye’ sürecinin başarılı olması halinde ortaya çıkacak ‘siyasi faydadan’ kimin ne kadar pay alacağı kaygısının siyasetin temel meselelerinden biri olduğuna dikkat çekmiştik.

Özgür Özel’in son dönemde izlediği politikalar, sürece verdiği destek ve Kürt seçmenlere yönelik ‘Size devlet vaat ediyorum’ söylemi, Özel’in bu çevredeki desteğini ve popülaritesini giderek artırdı.

Öte yandan Mansur Yavaş’ın siyasal kimliği ve süreç konusundaki çekinceli tutumu da cumhurbaşkanlığı seçimi için Kürt seçmenin oylarına talip olan CHP açısından Özgür Özel’i Mansur Yavaş’a karşı ‘kazanacak aday’ arayışında daha güçlü konuma getirdi.

Şüphesiz Ekrem İmamoğlu için kendisinin aday olmadığı denklemde CHP’nin kazanacak bir adayla seçime girmesi en önemli nokta. Cumhur İttifakı iktidarı sürdükçe kendisinin Silivri’deki tutukluluğunun ve siyaset yasağının sona ermeyeceğini düşünen İmamoğlu’nun tek seçeneği bir CHP iktidarı.

İmamoğlu siyasetinin önceliği şu aşamada özgürlüğüne kavuşmak.

Ardından da çok arzuladığı cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturmak.

O halde neden Kürt seçmenin desteğini almak varken karşısına almaya neden olacak bu kararın alınmasında İmamoğlu’nun olduğunu düşünüyorum?

İşte dananın kuyruğu orada kopuyor.

Her ne kadar Özgür Özel’in son dönemde popülaritesi artsa da, Erdoğan karşısında Mansur Yavaş’ın kazanma şansının daha yüksek olduğu yapılan tüm tarafsız araştırmalarda karşımıza çıkıyor.

Aslında İmamoğlu’nun hamlesi, CHP’ye ‘İmralı’ya gitmeme’ kararını aldırarak Özgür Özel’in Kürt seçmenler nezdinde topladığı olumlu puanların tek hamleyle silinmesine sebep olurken, sürece karşı tutum alan ve CHP’nin komisyona katılma kararı almasının ardından İYİ Parti ve Zafer Partisi’ne yönelen milliyetçi oyların tekrar CHP’ye dönmesi gibi basit bir denkleme dayanıyor.

Bu hamleyle İmamoğlu, Kasım 2027’de yapılacağını düşündüğüm seçimlerde CHP için en güçlü adayın Mansur Yavaş olmasının da yeniden önünü açtı.

Şüphesiz bunun birinci nedeni ‘seçimi kazanmanın garantiye alınması’ olsa da, taktik hamle bir sonraki aşamayı da düşünerek atılmış.

Malum, Ekrem İmamoğlu’nun sahip olduğu siyasi destek çok büyük oranda kendisinin ortaya koyduğu politikalardan değil, “Tayyip Erdoğan’ı yenecek siyasi lider” olarak konumlandırılmasından kaynaklı. Yoksa sosyalist partilerden, firari FETÖ’cülere kadar herkesin İmamoğlu’nun arkasında sıralanması başka türlü nasıl açıklanabilir.

Peki 2027’de yapılacak seçimlerde Özgür Özel’in Tayyip Erdoğan’a karşı kazandığı bir senaryoda Ekrem İmamoğlu özgürlüğünü kazanır mı? Büyük ihtimalle.

Ancak cumhurbaşkanı olma ihtimali kalır mı? Bence % 1 bile kalmaz.

Nitekim hali hazırda Erdoğan’ı sandıkta yenmiş ve kendisinden 3 yaş daha genç bir Özgür Özel’in, kazanacağı bu güçle artık kenara çekilerek İmamoğlu’na ‘gel sen ülkeyi yönet’ demeyeceğini en iyi İmamoğlu bilir.

Mansur Yavaş ise Erdoğan’a karşı kazanarak cumhurbşakanı seçilse bile en fazla bir dönem cumhurbaşkanlığı yaptıktan sonra tarihe adını, “Ülkeyi demokratik parlamenter sisteme geri döndüren Türkiye Cumhuriyeti’nin 13. Cumhurbaşkanı” olarak yazdırıp siyasi hayatını noktalaması beklenen bir siyasi aktör.

İmamoğlu’nun geçtiğimiz günlerde Mansur Yavaş’a “Adaylık konusundaki kararlılığından vageçmesin” mesajı gönderdiği iddiasını da dikkate alırsak, CHP’nin İmralı kararının altında Ekrem İmamoğlu imzası olduğunu daha net görürüz.

YAZARIN DİĞER YAZILARI