HALKWEBYazarlarHırsızlık Düzeni: İktidar Var, Muhalefet Var, Adalet Yok

Hırsızlık Düzeni: İktidar Var, Muhalefet Var, Adalet Yok

Bu ülke bir gecede bu hale gelmedi. Adım adım, parça parça, alıştıra alıştıra getirildi buraya.

0:00 0:00

Canım Ülkem…

Cennet diye anlatılan bu topraklar ne zaman bu kadar ağır gelmeye başladı omuzlarımıza?
Ne zaman sabahları umutla değil, kaygıyla uyanır olduk?
Ne zaman “yarın” kelimesi bir plan olmaktan çıkıp belirsizliğin adı haline geldi?

Bu ülke bir gecede bu hale gelmedi.
Adım adım, parça parça, alıştıra alıştıra getirildi buraya.

Önce adalet duygusu örselendi.

Yargı, tarafsız olması gereken yerden çıkarılıp güç dengelerinin alanına taşındı. Hukuk; yurttaşı koruyan bir zırh olmaktan çıkıp, güçlülerin elinde eğilip bükülen bir aparata dönüştü. Adalet geciktikçe sıradanlaştı, sıradanlaştıkça değersizleşti. Oysa hepimiz biliyoruz: Geciken adalet, adalet değildir.

Sonra hırsızlık büyüdü.
Ve daha kötüsü, meşrulaştırıldı.

Bu noktada gerçeği eğip bükmenin, lafı dolandırmanın kimseye faydası yok.
Bu ülkede yalnızca iktidar değil, muhalefet de hırsızlık yaptı.
Yetki verilen, belediye yöneten, kamu kaynağı kullananların bir kısmı; halkın parasını halk için değil, kendi çevresi için harcadı. İktidar “bizden” diyerek korudu, muhalefet “bizdendir” diyerek görmezden geldi.

Hırsızlık, parti rozetiyle aklanmaya çalışıldı.
Ve bu ülkenin en büyük kaybı tam da burada yaşandı: Ahlaki üstünlük.

Çünkü hırsızlığın iktidarı ya da muhalefeti olmaz.
Hırsızlık, hırsızlıktır.

Siyaset kurumu işte bu yüzden güven üretme yeteneğini kaybetti.

Bugün toplumun büyük bir bölümü hiçbir siyasetçiye gönül rahatlığıyla güvenemiyor. Çünkü hangi parti olursa olsun, iş kamu kaynaklarına gelince aynı suskunluk, aynı örtme refleksi devreye giriyor. Hesap sorulmadıkça çürüme yayılıyor; yayıldıkça normalleşiyor.

Yoksulluk ise sistemli bir kader gibi dayatılıyor.

Çalışan yoksullar ülkesine dönüştük. İnsanlar gece gündüz çalışıyor ama ay sonunu getiremiyor. Emekliler, yılların emeğinin karşılığında yaşam mücadelesi veriyor. Gençler bu ülkeyi sevmiyor değil; bu ülkede tutunamıyor. Bir ülke gençlerine gelecek sunamıyorsa, onların bavul hazırlamasına şaşırmamalı.

Medya bu tablonun sessiz ortağı oldu.

Satın alınan manşetler, ayarlanan ekranlar, susturulan gazeteciler… Gerçek ya çarpıtıldı ya da tamamen karartıldı. Toplum, neyin doğru neyin yalan olduğunu ayırt edemez hale getirildi. Gazetecilik; kamu adına soru soran bir meslek olmaktan çıkıp, güç odaklarına vitrin açan bir aparata dönüştürüldü.

Ekonomi ise artık sadece rakamlardan ibaret değil; hayatın kendisi pahalı.

Vergi yükü adil dağılmıyor. Sabit gelirli her ay biraz daha yoksullaşıyor. Enflasyon yalnızca fiyatları değil, insanların sabrını, onurunu ve geleceğe dair inancını da eritiyor. Sofralar küçülüyor, umutlar daralıyor, yarın hayali lüks haline geliyor.

Ve bütün bunlar yaşanırken, ülkeyi yönetenlere düşen tek sorumluluk vardı:
Çıkış yolu aramak.

Ama ya aranmadı…
Ya da aramak işlerine gelmedi.

Ve artık kimse bize sabırdan, metanetten, “biraz daha bekleyin” masalından söz etmesin.

Bu ülkenin sorunu ne muhalefetin yetersizliğiyle ne de iktidarın gücüyle sınırlıdır.
Bu ülkenin asıl sorunu; hırsızlığa susan, adaletsizliğe alışan, yoksulluğu yöneten bir siyaset aklıdır.

İktidar çaldığında “istikrar”,
Muhalefet çaldığında “istisna” diyen herkes bu düzenin suç ortağıdır.

Halkın parasını kim yiyorsa,
Hukuku kim eğip büküyorsa,
Medyanın sesini kim kesiyorsa,
Bu ülkenin geleceğini de o çalıyor demektir.

Ve bilin ki;
Bir ülke yıkılmaz…
Ama adaletini kaybederse çürür.
Vicdanını kaybederse dağılır.
Hesap sormayı unutursa yok olur.

Bugün susanlar şunu iyi bilsin:
Tarih, taraf tutanları değil; doğrunun karşısında duranları yazar.
Ve o sayfalarda hiçbirinizin adı iyi anılmayacak.

YAZARIN DİĞER YAZILARI