Çocukluktan bugüne uzanan bir yürüyüş bu.
Ortak hayallerin, ortak acıların, ortak dinletilerin yürüyüşü…
Kimi zaman işçilerin hak arama mücadelesinde *“Boran Fırtınası”*ydılar,
kimi zaman köylünün toprağında “Cemo” gibi dimdik durdular.
Üniversite kapılarında, başörtüsüyle içeri alınmayan öğrencilerin yanında
“Haklıyız Kazanacağız” diye haykırdılar.
Sanatı için ölmeyi göze alanların sesiydiler;
“Ölürüm Türkiyem” diyenlerden değil,
ölerek de susturulamayanlardan oldular.
Kimse susturamadı o sesi.
Çünkü Grup Yorum bir grup değil; halkın bağrından kopup gelen bir geleneğin devamıdır.

80’lerin sonu, 90’ların başı…
Siyah önlük, beyaz yaka yılları.
Okul yolları çamur, ayakkabılar delik, montlar yamalıydı.
Kurşun kalemlerin ucu kırılırdı;
ama asıl kırılan fakirliğimiz değildi.
O, kurşundan ağırdı.
Kırılmazdı.
Hatırlıyorum…
Kasetçalarda “Biz Teslim Olmadık” dönerken
öyle her gün değil, arada bir cebine simit parası sıkıştırılan çocuklardık biz.
Daha doğrusu, o harçlıkları biriktirip
Grup Yorum kaseti almaya çalışan bir kuşaktık.
Bir hikâye bu…
Birçok evde benzeri yaşanmış bir hikâye.
“O ay” gelince okul değişirdi.
Kantinde simit satışları düşerdi, tost zaten satmazdı.
Okulun karşısındaki bakkalda
tosta sürülen salçanın üstü kabuk bağlardı.
Çünkü kimse simit parasını okula götürmezdi artık.
Herkes, evde kimse yokken
harçlığını gizli zulasına çaktırmadan koyardı.
Ama yetmezdi.
Hiçbir zaman yetmezdi.
Başka yollar bulunmalıydı.
“O ay” acilen eve misafir gelmeliydi.
Annem mutfaktan seslenir,
mutfakta dönen o para trafiğinden
payımıza düşeni almalıyorduk.
“Bakkala git, iki kilo portakal, bir kilo elma al…”
“Zile basma, kapıyı açık bırak…”
Ama hayat bu…
Misafir teyze tecrübeli çıkardı.
Daha kapıdan çıkarken mutfağa dalar:
“Allah aşkına zahmet etme, nereye gidiyor bu çocuk?”
Ama nafile.
Biz o kapıdan çıkardık.
Çünkü “o ay” para lazımdı.
Çünkü “Cemo’nun ayak sesleri” geliyordu.
Bakkaldan dönüşte klasik kavga:
Para üstü.
“Vermem!”
Yalvar yakar, o para üstü de zulaya transfer edilirdi.
Simit parası + bakkal üstü…
İdare ediyorduk.
Ama hâlâ yetmezdi.
Çünkü “o ay” gelmişti.
Grup Yorum’un kaseti çıkmıştı.
Bu iş emeksiz olmazdı.
Günlerce, haftalarca sabır gerekirdi.
Çünkü bu kasetler sadece müzik değildi;
*“Büyü”*ydü, *“Yürüyüş”*tü,
*“İsyan”*dı, *“Direniş”*ti.
Mitinglerde “Devrim Yürüyüşümüz Sürüyor” diye coşanlar çoktu,
ama iş bedel ödemeye gelince
“Güleycan” dinleyenleri beklemek gerekirdi.
Uzatmayayım…
Çok çile çekildi.
Tek bir sebep vardı:
Grup Yorum’un kaseti.
O kaset öyle arada bir alınmazdı.
Serisi tam olmalıydı.
Eksiksiz.
Kusursuz.
Ve o gün…
Kasetçiyle aran iyiyse
“poster savaşları”ndan galip çıkardın.
Son albümün posteri duvardaki yerine bantlanırdı.
Bu sefer başardık.
Sağ ol kasetçi abi.
Eve girince annemin o cümlesi:
“Hah, karın ağrın geçti mi?”
Evet anne.
Geçti.
Çünkü bizim o karın ağrımız bizi *“İlle Kavga”*dan kaçmayan, “Haklıyız Kazanacağız” demekten vazgeçmeyen iyi insanlar yaptı.
—
Not:
Grup Yorum’un son albümü Zafer Halayı çıktı.
Dinleyin.
Paylaşın.
Sahip çıkın.
Yetmez…
Daha fazlasını yapın.
Çünkü:
Grup Yorum halktır.
Ve
Halk susturulamaz.
