HALKWEBYazarlarEylemsiz Merhametin Çağında

Eylemsiz Merhametin Çağında

Sıradan insanların acıları karşısında derin bir sessizlik hâkimken, seçkinlerin konfor alanı bozulduğunda her türlü eylem, öfke ve hatta şiddet bir anda meşrulaşır.

0:00 0:00

Söz büyüdür.
Bunu bazen düşünmezsin; yaşarsın.
Bir kelime çıkar karşına. Bir şarkının ortasında, bir haberin başlığında, bir cümlenin tam yerinde. İçinde bir yere dokunur. Durursun.

Bazı kelimeler insanı ağlatır, bazıları dans ettirir, bazılarıysa susturur. Çünkü kelimelerin ritmi vardır. Zamanı vardır. Bir nota gibidir; doğru anda gelirse içini açar, yanlış anda gelirse her şeyi dağıtır.

Bu yüzden kelimelerle şiir yazılır, şarkılar söylenir, destanlar kurulur.
Ve tam da bu yüzden kelimeler masum değildir.
Bir kelimeyi söylediğin anda bir taraf seçersin.
Ya dua edersin ya beddua.

Söz bazen iyiliği çağırır, bazen kötülüğü büyütür.
Bu topraklar bunu iyi bilir. “Kötü söz sahibine aittir” denirken, kelimenin dönüp dolaşıp yine insanı bulacağı anlatılır. “Ağzından çıkanı kulağın duysun” uyarısı, sözün yalnızca çıkıp gitmediğini hatırlatır. Güzel söz dilemenin sebebi de budur. Çünkü söz sadece anlatmaz; inşa eder.
Bazen de yıkar.

Belki de bu yüzden Türk Dil Kurumu’nun her yıl seçtiği “yılın kelimesi/kavramı”, basit bir tercih değildir. O kelime, bir toplumun ruh hâlini kayda geçirir.

Geçen yıl seçilen “kalabalık yalnızlık”, tam da bunu yaptı.
Etraf kalabalıktı. Her yer insandı.
Ama kimse kimseye değmiyordu.
Ses vardı, gürültü vardı; insanın iç sesi yoktu.
Kalabalıkların içinde yalnızdık.

Bu yılın aday kelimelerine baktığımızda ise manzara daha da netleşiyor:
Dijital vicdan.
Vicdani körlük.
Eylemsiz merhamet.
Çoraklık.
Tek tipleşme.

Bunlar bir liste değil; bir hâlin adı.

Dijital vicdan, ekrana bakıp geçme hâlidir. Bir bebek ölür, üzülürsün. Paylaşırsın. Bir orman yanar, için yanar. “Kınıyorum” yazarsın. Sonra ekranı kaydırırsın. Vicdan, parmak ucunda kalır.

Vicdani körlük, bilmemek değildir. Görmemeyi seçmektir. Çünkü görmek rahatı bozar. İnsan olmayı hatırlatır.

Eylemsiz merhamet, bu çağın en tanıdık hâlidir. Yeni doğan bebeklerin öldürülmesine ağlayıp hiçbir şey yapmamak. Sokak hayvanlarının acısını hissedip hayatını hiç değiştirmemek. Gazze’de, Yemen’de, başka coğrafyalarda çocuklar ölürken üzülmek ama yerinden kıpırdamamak.

Merhamet vardır; ama askıdadır.
Vicdan rahatlatılır, sorumluluk ertelenir.

Çoraklık, yalnızca toprağın değil; kalbin, düşüncenin, vicdanın hâlidir. Ne tamamen ölüdür ne de diri.

Tek tipleşme ise sessiz bir benzeşmedir. Herkesin uyumlu olduğu ama kimsenin kendisi olmadığı bir düzen.

En çarpıcı olanı ise şudur:
Sıradan insanların acıları karşısında derin bir sessizlik hâkimken, seçkinlerin konfor alanı bozulduğunda her türlü eylem, öfke ve hatta şiddet bir anda meşrulaşır. Ötekinin derdi için sokaklar susar; taraf olduğumuz güçlü içinse bir anda bağırır, çağırır, sokağa dökülürüz.

İşte tam da burada kalabalık yalnızlık, masum bir hâl olmaktan çıkar.
Çünkü bu yalnızlık herkese eşit dağılmaz.
Kalabalıklar bile kendi içinde ayrışır; yalnızlık da sınıflanır.

Kimin acısının duyulacağına, kimin sessizce taşınacağına kalabalıklar karar verir.
Aynı meydanda duranlar bile aynı yalnızlığı yaşamaz.
Bu yüzden öteki olan hep daha yalnızdır.
Kalabalığın içinde görünmezdir.

Belki de bu yüzden bugün kelimelerin büyüsüne her zamankinden fazla ihtiyacımız var. Çünkü kelimeler insanı yeniden insan yapabilir. Rahatsız eder. Uyandırır. Sorgulatır.
İnsan dediğin şey mutlu olmakla değil, başkasının acısını dert edinmekle tanımlanır.
Ve bazen insan kelimeleri seçmez.
Kelimeler gelir, insanı bulur.

Bu yıl hangisinin “yılın kelimesi” seçileceği birkaç gün içinde belli olacak. Ama şurası kesin: Bu kelimelerin hepsi, insan olmanın nerede yara aldığını anlatıyor.

Asıl soru şu:
Biz hâlâ o yarayı hissediyor muyuz?

YAZARIN DİĞER YAZILARI