Estetik cerrahi bir beğenilme arzusuyla doğmadı. Bu alanın kökeni onarım ihtiyacıdır. Yanıklar, savaş ve travma yaraları, doğumsal anomaliler… Plastik cerrahi, insanın bedenini yeniden hayata katma çabasından çıktı.
Tarih boyunca estetik algı da buna paralel ilerledi. Antik çağda güzellik oran ve uyum demekti. Rönesans’ta beden, kusurlarıyla birlikte anlamlıydı. Modern cerrahinin gelişmesiyle beden ilk kez gerçekten değiştirilebilir hale geldi ve bu yetenek uzun süre ölçülü kullanıldı. Amaç yüzü başkasına benzetmek değil, yüzün kendi dengesini korumaktı.
Bugün bu alanın yaşadığı sorun yalnızca estetik algının kontrolsüz değişmesi değil; branşın kendisinin içinin hızla boşalmasıdır.
Plastik cerrahi eğitimini tamamlayan genç hekimler, uzmanlıklarını bitirdikten sonra büyük ölçüde özel sektöre yöneliyor. Bunun nedeni açık: estetik işlemler kısa sürede yüksek gelir sağlıyor. Buna karşılık plastik cerrahinin asıl omurgasını oluşturan rekonstrüktif cerrahi —yanıklar, kanser sonrası onarımlar, travmalar, doğumsal anomaliler— uzun, zahmetli ve maddi karşılığı sınırlı bir alan. Bugün hastalıkları tedavi eden, sakatlıklara çözüm bulan bu alanda çalışan çok az sayıda hekim kaldı.
Eskiden üniversitelerde akademik kadro bulmak zordu. Bugün ise iyi yetişmiş hocaların istifa ederek muayenehaneciliğe yöneldiğini, genç uzmanların üniversiteyi ve kamuyu değil özel sektörü tercih ettiğini görüyoruz. Bu, bireysel bir heves değil; sistemin ittiği bir yönelim.
Daha da acısı şu: Mecburi hizmet sonrası devlet hastanelerinde çalıştıracak plastik cerrah bulamayan kamu otoritesi, çözümü asistan sayısını artırmakta buldu. Nitelik sorunu nicelikle telafi edilmeye çalışılıyor. Bugün Balıkesir Üniversitesi’nde 200 yataklı bir hastanede 22 asistanla hizmet vermeye çalışıyoruz. Fiziki altyapı yetersiz, ameliyathane kapasitesi sınırlı, eğitim koşulları zorlayıcı. Bu ortamda ne hastaya hakkıyla bakmak kolay, ne de iyi bir cerrah yetiştirmek mümkün.
Asıl kırılma ise son yirmi–otuz yılda yaşandı. Estetik algı bedenden çok ekrana taşındı. Reklamlar, sosyal medya ve “önce–sonra” kolajları estetiği bir sağlık alanı olmaktan çıkarıp bir tüketim alanına dönüştürdü. Bugün estetik kararlar, tıbbi ihtiyaçla değil; kişinin nasıl görünmesi gerektiğine dair dolaşıma sokulan standartlarla alınıyor.
Bu yüzden muayenehaneye gelen hasta artık danışmaya gelmiyor; kararını verip geliyor:
“Botoks istiyorum.”
“Dolgu yaptıracağım.”
“Gençlik aşısı lazım.”
Dayatılan estetik algıyı alıyor, kendi yüzünün üzerine giyiyor. “Bu bana uygun mu?”, “Benim yüzümde karşılığı ne?”, “Sorun ettiğim şeyi gerçekten çözer mi, yüzümü gerçekten güzelleştirir mi?” soruları sorulmuyor. Çünkü norm sorgulanmıyor; sadece uygulanıyor.
Talep öyle arttı ki, iş artık tıbbın kontrol alanından çıkmaya başladı. Estetik işlemler yalnızca hastanelerde ve muayenehanelerde değil; merdiven altı yerlerde, denetimsiz ortamlarda, çoğu zaman yeterli eğitim ve donanım olmadan yapılıyor. “Basit işlem”, “öğle arasında botoks”, “herkes yapıyor” diliyle risk sıradanlaştırılıyor. Oysa bu işlemler basit değildir; iyi bir planlama ve komplikasyon yönetimi gerektirir. Talep patlamasıyla birlikte tıbbi akıl geri çekiliyor, boşluğu piyasa cesareti dolduruyor.
Bir hekim olarak sınırı burada koyuyorum:
İyi estetik görünmez. “Yapılmış” hissi ya da görüntüsü yaratmaz.
İyi yapılmış bir müdahalede yüzdeki estetik oranlar, denge ve ifade bozulmamıştır; yüz hala kendisi olarak kalır. Eğer bir işlem uzaktan bakıldığında fark ediliyorsa, orada estetik sınır aşılmış, yüzün doğal oranları zorlanmış demektir.
Bir diğer temel sorun da şudur: Tıpta “estetik” kelimesi geçen tek ana branş plastik cerrahidir. Buna rağmen bugün tıp diploması olan herkes, hatta uzmanlık alanıyla ilgisi olmayanlar bile bu sektörde işlem yapıyor. Gerekçe hep aynı: Anatomi biliyorum. Oysa anatomi bilmek, etik karar vermek demek değildir. Yapabilmek başka şeydir; yapmamayı bilmek başka.
Etnik yüzlerin özgünlüğü bu süreçte hızla siliniyor. Akdeniz burnu, Anadolu yüzü, Orta Doğu ifadesi… Bunlar düzeltilmesi gereken kusurlar değil; kimliğin izleridir. Her yüzü aynı şablona yaklaştırmak güzelleştirmek değil; yüzleri yoksullaştırmaktır.
Estetik cerrahi insanı kendisiyle barıştırdığı sürece anlamlıdır.
Onu reklama, trendlere ve aynaya bağımlı hale getirdiğinde değil.
Biz bu sınırı korumazsak, sektör büyür ama meslek küçülür.
