Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) 28-30 Kasım tarihlerinde yaptığı 39. Olağan Kurultay ile parti vitrinini yeniden belirledi.
Son 2 yılda yapılan 4. kurultayda yeniden genel başkan seçilen Özgür Özel, bu kurultayın CHP’nin muhalefette yaptığı son kurultay olduğunu söyledi.
Türkiye’nin Kasım 2027’de bir seçime gitmesi yüksek olasılık olduğu için, CHP’nin bir sonraki kurultayının – olağanüstü bir durum olmazsa- 2028’de olacağını düşünüyorum.
Kurultaydan bir hafta önce ise parti programı taslağı Selin Sayek Böke tarafından kamuoyuna açıklandı.
“Güçlü Yurttaş, Güvenli Gelecek, Kazanan Türkiye” sloganı ile açıklanan program, 4 ana başlıktan oluşuyor.
1- Demokrasi, Yönetim ve Adalet
2- Kalkınma ve Ekonomi
3- Sosyal Devlet
4- Dış Politika, Güvenlik ve Dirençlilik
Programın hedefi taslakta şu şekilde tanımlanıyor:
“CHP’nin 2025 Programı, güçlü yurttaşlığı, güvenli geleceği ve kazanan Türkiye’yi kurmayı hedeflemektedir. Bu büyük hedef dört temel eksende gerçekleşecektir. Birincisi, aktif yurttaşlıkla demokrasi ve herkes için adalettir. İkincisi, üretim odaklı ve dönüştürücü bir anlayışla, tüm toplumun hep birlikte zenginleşmesine imkân verecek eşitlikçi, adil, sürdürülebilir ve kapsayıcı bir kalkınmadır. Üçüncüsü, herkes için haysiyetli bir yaşam, toplumsal eşitlik ve kapsayıcılıktır. Dördüncüsü, saygın, güvenli, dirençli ve kazanan Türkiye’dir.”
Programın hedeflerine katılmamak mümkün değil.
Peki bu hedeflere nasıl ulaşılacağı ve hangi kadrolarla bu hedeflerin gerçekleştirileceğine dair 39. Olağan Kurultayda ortaya çıkan parti vitrini bize nasıl bir fikir veriyor?
CHP’de yıllardır sürdürülen ‘parti sağa çekti’ eleştirisi malum. Her dönem parti içi muhalefet, parti yönetimlerini aynı şeyle suçladı. Aslında bu durum daha çok sosyolojik bir zorunluluktan kaynaklanan zorunlu bir tercihin sonucu.
12 Eylül sonrası yapılan siyaset ve toplum mühendisliğ ile CHP’nin solu adeta tasfiye edildiği için, CHP iktidara ulaşmak için kendi sağındaki kitle ile bir bağ kurma arayışı içine girdi.
Bu politikalar ilk kez Deniz Baykal döneminde başladı. Çarşaflı kadınlara CHP rozeti takıldığında parti içi muhalefetten gelen eleştirileri hatırlayalım. Sonrasında Kemal Kılıçdaroğlu, sağ seçmenle uzun döneme dayanan ve güven tesis etmek odaklı bir ilişki geliştirdi.
Şüphesiz bu tercih de uygulandığı sürece parti içi muhalefetten büyük eleştirilerle karşılaştı.
Önce 2019 yerel seçimleri, ardından 2023 genel seçim ile cumhurbaşkanlığı seçimi ve 2024 yerel seçimlerinde alınan sonuçlar, bu politikaların büyük oranda sonuç verdiğini gösterdi.
Tepki oylarının bu başarıdaki payını dikkate almıyor değilim ama tepki oylarının başka adresler yerine CHP’ye yönelmesi de bu politikaların bir sonucu.
Peki seçmenin ağırlığı sağda olduğu için seçmenin önüne ‘sol’ bir seçenek sunmak mümkün değil mi?
Bugün yapılan her araştırmada seçmenlerin yüzde 40’dan fazlası ‘Türkiye’nin sorunlarını hiçbir parti çözemez’ diyorsa, alternatif bir programı halkın önüne koymak gerekmiyor mu?
Ya da, 1980’den bu yana ‘zenginleşme ve refah’ hayali ile ‘yoksullaşma ve sefalet’ üreten neoliberal politikaların doğru bir seçenek olmadığını halka güçlü şekilde söylemek gerekmez mi?
Özgür Özel’in oluşturduğu son Parti Meclisinde yer verdiği ekonomi kurmaylarına bir bakalım.
Mevcut MYK’da görev yapan Selin Sayek Böke ve Yalçın Karatepe’ye ek olarak, yeni Parti Meclisinde ekonomi alanında şu isimler yer aldı:
Vergi uzmanı Ozan Bingöl
İktisatçı Güldem Atabay
Eski TÜRMOB Başkanı Emre Kartaloğlu
Eski Gelecek Partili Kerim Rota
Cumhurbaşkanlığı Aday Ofisi İcra Kurulu üyesi Serkan Özcan
Koç Holding Kurumsal İletişim Direktörü ve eski Dünya Bankası uzmanı Oya Ünlü Kızıl
Süphesiz Parti Meclisi oluşturulurken genel merkez ile İstanbul dengesi de gözetildi. Serkan Özcan ve Kerim Rota gibi isimler sadece uygulanacak ekonomi programının değil, bu dengenin de bir yansıması.
CHP’nin şu anki temel srtarejisi, Mehmet Şimşek’in uyguladığı sıkı kemer sıkma politikalarının geniş kesimlerde yarattığı yoksullaşma nedeniyle bu kesimlerin CHP’ye yöneleceği üzerine kurulu.
Peki bunun garantisi var mı? Mehmet Şimşek’in programına destek verilmesini savunan Serkan Özcan ile özelleştirme politikalarını savunan ancak sadece ‘şeffaf yapılması’ gerektiğini savunan Kerim Rota’nın çerçevesini çizdiği ekonomi programı Mehmet Şimşek’in politikalarından yılmış olan kitlelere nasıl bir alternatif sunacak?
Selin Sayek Böke, Güldem Atabay ve Oya Ünlü Kızıl gibi liberal iktisatçıları da bu kampa yazarsak, sol poltikaların üretilmesinde Yalçın Karatepe ve Ozan Bingöl ne kadar etkili olabilecek?
Tüm dünyada neoliberal politikalar ve 2. Dünya Savaşı sonrasında oluşturulan uluslararası dengeler sorgulanırken, ıslah edilmiş neoliberal politikaların ‘liyakatli kadrolar’ tarafından uygulanacağı gibi bir alternatif ya da geleceği tartışılan Avrupa Birliği’ne ‘tam üyelik’ gibi hedefler sistemin her geçen gün daha fazla ezdiği geniş kitlelere nasıl bir umut verecek?
Kaldı ki, NATO’ya rapor yazıp ‘İran’a müdahale edin, Türkiye de destek versin’ diyen bir CHP’nin Asya-Afrika eksenli yükselmeye başlayan yeni dünya düzenini ne kadar anlayıp anlamadığı da ortada.
‘Türkiye’nin kurucu partisi’ unvanını kullanmaktan haklı şekilde gurur duyan CHP’nin, bu kuruluşun antiemparyalist bir mücadele neticesinde olduğunu unutması mümkün mü?
Bir partinin programı kadar o programı uygulayacak kadroların tercihi de olası iktidarda yaşanacaklara dair ipuçları verir.
CHP’nin kadrosu ve programı ise maalesef henüz toplumun önüne sol, hatta sosyal demokrat bir seçenek sunmaktan oldukça uzak olduğunu bir kez daha gösterdi.
