HALKWEBYazarlarCHP iddianameleri ve meşruiyet krizi

CHP iddianameleri ve meşruiyet krizi

Bir siyasi partiden öte, bir hukuk ve güvenlik meselesi

0:00 0:00

Cumhuriyet Halk Partisi bugün yalnızca bir iç tartışmanın, hizip kavgasının ya da liderlik çekişmesinin konusu değildir. CHP, Ankara ve İstanbul Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından hazırlanan dört ayrı ceza iddianamesi ile birlikte artık doğrudan hukuki ve siyasal meşruiyet sorunu yaşayan bir yapı hâline gelmiştir.

Bu iddianamelerde ileri sürülen iddialar, basit yolsuzluk dosyalarının çok ötesindedir. Savcılık makamları, CHP’nin kurultay, kongre, delegasyon ve disiplin mekanizmalarının çıkar amaçlı suç örgütleri tarafından çok katmanlı biçimde hedef alındığını ve fiilen ele geçirildiğini ileri sürmektedir. Bu tablo, CHP’nin yalnızca yönetiminin değil, iradesinin de tartışmalı hâle geldiğini göstermektedir.

Dört iddianame, tek ortak sonuç

Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’nın kamuoyunda “şaibeli kurultay” olarak bilinen iddianamesi; 38. Olağan Kurultay sürecinde delegeler üzerinde baskı kurulduğunu, menfaat sağlandığını, tüzük hükümlerinin ihlal edildiğini ve kurultayın demokratik bir ortamda yapılmadığını tespit etmektedir. Daha da vahimi, bu süreçte adı geçenlerin önemli bir bölümünün bugün CHP’nin en üst yönetim organlarında yer alıyor olmasıdır.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan CHP İstanbul İl Kongresi ve delege yapılanmasına ilişkin iddianame ise tabloyu daha da ağırlaştırmaktadır. Delegelere nakit para dağıtılması, market kartları verilmesi, belediye ve belediye şirketlerinde işe yerleştirme vaatleri, ihale karşılığı oy pazarlıkları ve sistematik tehdit iddiaları; parti içi demokrasinin nasıl işlevsizleştirildiğini gözler önüne sermektedir.

Üçüncü iddianame, Aziz İhsan Aktaş suç örgütüne ilişkindir. Bu dosya, belediye başkanlarından milletvekillerine, il başkanlıklarından kurultay süreçlerine kadar uzanan geniş bir siyasi finansman ve etki satın alma ağına işaret etmektedir. Kurultay ve il başkanlığı seçimlerinin, bizzat ceza soruşturmasına konu olacak şekilde manipüle edildiği iddiası, CHP tarihinde eşi görülmemiş bir durumdur.

Dördüncü ve en ağır iddianame ise kamuoyunda “Ekrem İmamoğlu Çıkar Amaçlı Suç Örgütü” olarak bilinen dosyadır. Bu iddianame, belediyelerde elde edilen gelirlerin örgütsel bir sistemle toplandığını, bu kaynağın yalnızca kişisel zenginleşme için değil, CHP’nin ele geçirilmesi ve parti içi iktidarın kontrolü için kullanıldığını ileri sürmektedir. Dahası, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na Anayasa’nın 68 ve 69. maddeleri kapsamında bildirim yapılmış olması, meselenin ulaştığı hukuki eşiği açıkça göstermektedir.

Meşruiyet sorunu artık inkâr edilemez

Bu dört iddianame birlikte okunduğunda ortaya çıkan sonuç nettir:
CHP’nin kurultay, kongre, delege ve disiplin organları; rüşvet, tehdit, baskı, çıkar ilişkileri ve suç örgütü etkisi altında şekillenmiş, parti içi demokrasi sistematik biçimde devre dışı bırakılmıştır.

Bu koşullarda oluşan organların, CHP tabanının özgür ve bağımsız iradesini temsil ettiğini söylemek mümkün değildir. Ortada artık bir siyasal rekabet değil, örgütsel bir tahakküm vardır.

Tek aday, tek liste, tek ses

ve 22. Olağanüstü Kurultaylar ile 39. Olağan Kurultay süreci; kanuna karşı hile iddiaları, baskı mekanizmaları ve merkezî bir disiplin anlayışıyla gerçekleştirilmiştir. İl ve ilçe kongrelerinden Parti Meclisi ve Yüksek Disiplin Kurulu seçimlerine kadar tek aday–tek liste dayatmasıyla parti içi alternatiflerin önü kesilmiş, muhalefet tasfiye edilmiştir.

Bu sürece itiraz eden; aralarında Berhan Şimşek, Barış Yarkadaş, Gürsel Tekin gibi CHP’de görev almış, milletvekilliği yapmış isimlerin de bulunduğu binin üzerinde partili, keyfî biçimde disiplin süreçlerine maruz bırakılmış, siyasal hakları fiilen askıya alınmıştır. Bu, CHP tarihinde görülmemiş bir kırılmadır.

Alkışlanan “tam oy”, gerçekte neyi gösteriyor?

28–30 Kasım 2025’teki 39. Olağan Kurultayı’nda Özgür Özel’in geçerli oyların tamamını alması, bazı çevrelerce “güçlü destek” olarak sunulmuştur. Oysa mahalle delegeliklerinden itibaren sürece katılımın düşüklüğü, CHP tarihinin en sönük il ve ilçe kongreleri ve tek adaylı bir kurultay gerçeği göz ardı edilmiştir.

Demokratik bir partide oyların tamamını almak, çoğulculuğun değil; otoriterleşmenin göstergesidir. Bu tablo, CHP’de giderek derinleşen bir merkezîleşme ve tahakküm arzusunun yansımasıdır.

Son söz

Türkiye’nin, Mustafa Kemal Atatürk’ün “iki büyük eserimden biri” dediği Cumhuriyet Halk Partisi’ne ihtiyacı vardır. Ancak bu ihtiyaç, suç örgütlerinin gölgesinde, meşruiyeti tartışmalı bir yapıyı kabullenmek anlamına gelmez.

Bugün CHP’yi savunmak; kişileri, klikleri ya da makamları savunmak değildir. CHP’yi savunmak, hukuku, demokrasiyi ve Atatürk’ün emanetini savunmaktır. CHP’nin başına gelenler yalnızca bir parti meselesi değil, aynı zamanda bir milli güvenlik ve hukuk meselesidir.

Ve evet:
CHP’nin kurtarılması bir tercih değil, bir zorunluluktur.

YAZARIN DİĞER YAZILARI