Bu yazı bir serzeniş değildir.
Bu yazı, uzun süredir görmezden gelinen bir gerçeğin adını koyma çabasıdır.
Yirmi sekiz yıllık bir cerrahım. Omurgamda iki protez var. Beş fıtıkla yaşıyorum. Sağ kolumda kalıcı güç kaybı, bacaklarımda kronik varis hastalığı mevcut. Bunları bir mağduriyet anlatısı kurmak için değil, bir mesleğin bedeli nasıl ödeniyor sorusunu sormak için aktarıyorum.
Cerrahlık, yalnızca bilgiyle icra edilen bir meslek değildir. Cerrahlık, fiilen bedenle yapılan ağır bir iştir. Saatlerce ayakta kalınır. Aynı pozisyonda, aynı kaslar, aynı eklemler zorlanır. Ameliyat biter, yorgunluk bitmez. Ertesi gün aynı yük yeniden başlar. Bu döngü yıllar içinde bedende izler bırakır. Bu durum istisna değil; mesleğin kuralıdır.
Bu nedenle cerrahlar gerçekte beden işçileridir.
Bedenleriyle üretirler.
Bedenleriyle bedel öderler.
Cerrahların maruz kaldığı riskler yalnızca kas-iskelet sorunlarıyla sınırlı değildir. Kesici–delici alet yaralanmaları, iğne batmaları, kan ve vücut sıvılarıyla temas ameliyathanenin sıradan gerçekleridir. Hepatit B, HIV gibi kanla bulaşan enfeksiyonlar, cerrahlar için teorik bir ihtimal değil, mesleki risktir. Buna cerrahi duman maruziyeti, toksik ve irritan partiküller ile yıllara yayılan biyolojik yükler de eklenir. Bunlar görünmezdir ama süreklidir.
Dünya literatürü bu tabloyu yalnızca yıpranma üzerinden değil, yaşam süresi ve mortalite üzerinden de incelemiştir. Bazı ülkelerde yapılan kayıt temelli çalışmalarda, cerrahların ortalama yaşam süresinin benzer eğitim düzeyindeki genel nüfusa kıyasla daha düşük olduğu; ölüm nedenleri arasında kalp-damar hastalıkları, stresle ilişkili tablolar ve mesleki yükle bağlantılı sorunların öne çıktığı gösterilmiştir. Daha yakın tarihli çalışmalarda ise cerrahların, cerrahi dışı branşlara kıyasla daha yüksek ölüm riski profiline sahip olabildiği bildirilmektedir. Bu veriler tek başına hüküm kurmaz ama şunu açıkça söyler: Cerrahlık, uzun vadede bedeli olan bir meslektir.
Bütün bu tablo ortadayken cerrahlar, mevzuatta hala masa başı çalışan hekimlerle aynı başlık altında değerlendirilir. Yıpranma payı yoktur. Meslek hastalığı tanımı yoktur. Erken emeklilik düzenlemesi yoktur.
Kıdem tazminatı ise yalnızca takvimde geçen süreyi sayar; bedenin ödediği bedeli yok sayar.
Burada durup düşünmek gerekir.
Bedenini fiilen tüketen bir meslek, nasıl olur da masa başı bir iş gibi ele alınır?
Bu mudur eşitlik?
Her branştan hekimi aynı kefeye koymak mıdır?
Cerrahlar için mesleki yıpranma payı, erken emeklilik ve kıdem tazminatında beden emeğinin dikkate alınması bir ayrıcalık talebi değildir. Bu, emeğin doğru tanımlanması talebidir. Bu talep bireysel değil, kamusaldır. Çünkü yıpranan yalnızca cerrahın bedeni değildir; bu yük görmezden gelindikçe hasta güvenliği ve sağlık hizmetinin niteliği de zarar görür.
Bu noktada sorumluluk yalnızca cerrahlarda değildir. Başta Türk Tabipleri Birliği olmak üzere, hekim emeğini savunduğunu söyleyen tüm kurumlar bu konuya artık kayıtsız kalmamalıdır. Cerrahlık, genel hekimlik tanımı içinde eritilemeyecek kadar ağır ve özgül bir meslektir. Bu gerçek, raporlara değil mevzuata yansımalıdır.
Bu bir çatışma çağrısı değildir.
Bu bir hatırlatmadır.
Cerrahlar bedenleriyle çalışır.
Bedenleriyle üretir.
Ve artık bedenleriyle yok sayılmak istemiyorlar.
