HALKWEBYazarlarBoyun Eğmediler, Tarihi Değiştirdiler

Boyun Eğmediler, Tarihi Değiştirdiler

Tarihi değiştiren insanların farkı olağanüstü olmaları değildi. Olağan görünene razı olmamaları, boyun eğmemeleriydi.

0:00 0:00

Bandırma’ya gelmiştim. Limanda demirli gemilere bakıyordum. Deniz sakindi. Aklıma “Bandırma Vapuru” düştü. O yolculuğu, o günleri düşündüm. Biz bu ülke adına kırılma noktasını nasıl yaşadık? Millet ne haldeydi?

O günlerde memleket fiilen yabancı güçlerin denetimi altındaydı. Limanlarda donanmalar, şehirlerde başka bayraklar vardı. Bu yalnızca cephede yaşanan bir tablo değildi; gündelik hayata yayılan bir esaret düzeniydi. Yasaklar, baskı ve suskunluk hayatın parçası haline gelmişti. Ama bütün bunlara rağmen, toplumun derinlerinde teslimiyeti kabul etmeyen bir irade yaşıyordu.

Tam burada durup sormak gerekiyor: Mustafa Kemal Atatürk bu adımları atacak cesareti nereden bulmuştu? Ortada düzenli bir ordu yoktu; top yoktu, tüfek yoktu, para yoktu.

Atatürk’ün dayandığı güç, silah listeleri değildi. O, asıl gücün milletin içindeki azim ve kararlılıkta olduğunu görüyordu. Yıllarca cephelerde yıpranmış bu toplumun, esareti kalıcı bir kader olarak kabul etmeyeceğini biliyordu. İnancı bir umut değil; toplumu ve tarihi bilen bir komutanın soğukkanlı tespitiydi.

Samsun’a çıkış bu nedenle tarihsel bir eşiktir. O gün savaş ilan edilmedi, büyük sözler söylenmedi. Ama teslimiyeti reddeden bir irade açıkça ortaya kondu. İlk kez herkesin önünde şu soru belirdi; Bu ülke kaderine razı mı olacak, yoksa kendi yolunu mu çizecek? Kırılma noktası buydu.

Ardından gelen Erzurum ve Sivas kongreleri bu soruya verilen cevaptır. Yerel ve dağınık direnişler, ortak bir amaç etrafında birleşti. Dayatılana ve meşru olmayana boyun eğmemek artık dağınık bir tepki değil, bilinçli, örgütlü ve kararlı bir tutum haline geldi. Mücadele neye karşı verileceğini de, nasıl sürdürüleceğini de açıkça ortaya koydu. Kuva-yi Milliye, bu iradenin sahadaki karşılığı oldu.

İşte bu noktada yaşadığım şehir gözümde başka bir yere oturuyor. Bandırma Vapuru’nun açtığı meşruiyet alanında Balıkesir belirgin bir rol üstlendi. Burada kongreler toplandı, direniş kararları alındı, örgütlenme sağlandı. Samsun’da ortaya konan irade, Balıkesir’de filli karşılığını buldu. Mücadele, kağıt üzerinde kalan bir fikir olmaktan çıktı; sahada yürüyen bir harekete dönüştü.

Bu yaşananlar yalnızca bizim tarihimize ait değildir. Dünya tarihi, benzer eşiklerin tek bir insanın duruşuyla aşıldığı anlarla yön değiştirmiştir.

1990’larda Nelson Mandela, 27 yıl süren hapisten çıktığında elinde silah yoktu. Ama “değişmez” denilen ırkçı düzeni tanımadı; intikam çağrısı yapmadan eşitlikten vazgeçmedi. Bu tutum, apartheid rejiminin siyasal ve ahlaki zeminini çökertti.

1955’te Rosa Parks, otobüste yerini bir beyaza vermeyi reddetti. Tutuklanması sonrasında gelen boykot ve ayaklanmalar ABD’de ayrımcı düzeni hukuken savunulamaz hale getirdi.

1930’da Mahatma Gandhi, İngiliz yönetiminin Hintlilere tuz üretimini ve satışını yasaklayan Tuz Yasasını bilerek ihlal etti. Yasa yürürlükteydi; ama meşruiyetini kaybetti.

Bu isimlerle Atatürk’ü birleştiren ortak çizgi açıktır: Hiçbiri gücün hazır olmasını beklemedi. “Şartlar olgunlaşsın” demedi. Yanlış olduğunu bildikleri düzeni fiilen tanımamayı seçtiler.

Atatürk de işgali bir kader olarak kabul etmedi. Henüz ordu yokken, cephane yokken, devlet otoritesi dağılmışken yola çıkması bir gözü karalık değil; meşruiyetin nerede başladığını bilen bir liderin kararıydı.

Tarihi değiştiren insanların farkı olağanüstü olmaları değildi. Olağan görünene razı olmamaları, boyun eğmemeleriydi. Herkesin “şartlar böyle” dediği yerde durup beklemediler. Riskleri gördüler ama geri çekilmenin bedelinin daha ağır olduğunu bildiler. Sessizce, gösterişe kapılmadan, kararlılıkla yürüdüler.

Bandırma Vapuru’nun anlamı da burada durur. Bir savaşı başlatmadı; ama bir milletin teslim olmayacağını dünyaya ilan eden eşiği görünür kıldı. Balıkesir ise bu iradenin sahada karşılık bulduğu şehirlerden biri oldu.

Peki biz bugün ne yapmalıyız?

Bizden beklenen, büyük sözler söylemek değil. Yanlışı kabullenmemek. Dayatılanı sorgusuzca kabul etmemek. Meşru olmayanı normalleştirmemek. Suskunluğu uyanıklık sanmamak. Gücün kimde olduğu ya da sonucun garanti olup olmadığına bakmadan, doğru bildiğimiz yerde durmak. Bizden istenen kahramanlık değil; dik duruş.

Bandırma Vapuru’yla başlayan şey buydu.
Ve bu hikaye, hala bizimle devam ediyor.

YAZARIN DİĞER YAZILARI