Türkiye siyasetinde bazı hatalar vardır ki, tekrar edildikçe sıradanlaşır; sıradanlaştıkça da meşrulaştırılır. Batı’ya yaslanarak siyaset kurmak, dış merkezlerden onay beklemek ve bunu “demokrasi”, “uluslararası itibar” ya da “evrensel değerler” ambalajıyla sunmak tam olarak böyle bir hatadır. Bu bir taktik yanlışlık değil, Cumhuriyet’in kurucu aklıyla açık bir kopuştur.
Bu kopuş ne yeni ne de masumdur. Bu kopuş, Osmanlı’nın son yüzyılında başlayıp manda hevesleriyle devam eden, Cumhuriyet’in kuruluşuyla bastırılan ama her fırsatta yeniden başını kaldıran emperyalizmle uzlaşma refleksidir. Bugün yalnızca daha süslü kelimelerle, daha “çağdaş” bir dille ifade edilmektedir.
CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Avrupalı liderlerden yeterince destek görmediğinden yakınması, basit bir diplomatik serzeniş değildir. Bu, uzun süredir biriken zihinsel teslimiyetin dışa vurumudur.
Aynı zihniyeti, Ekrem İmamoğlu’nun İngiltere Büyükelçisi ile verdiği fotoğraflarda, Batı başkentlerine dönük mesajlarında ve Türkiye siyasetini dışarıya anlatma hevesinde de görmek mümkündür.
Burada mesele kişiler değildir.
Mesele, istikamettir.
İtibar Talep Edilmez, Taşınır
Haydi diyelim ki bir siyasetçi olarak kendini bu aciz duruma düşürüyorsun. Bunu kişisel bir zaaf olarak geçelim.
Peki, 102 yıllık Cumhuriyet Halk Partisi’nin itibarını ne hâle getirdiğini gerçekten görmüyor musun?
Cumhuriyet Halk Partisi, Batılı başkentlerin kapısında bekleyen bir hareket değildir. CHP, emperyalizme karşı savaşarak kurulmuş bir devletin partisidir. Onun itibarı, randevu ajandalarında değil; Sakarya’da, Dumlupınar’da, Lozan’da yazılmıştır.
İtibar istenmez. İtibar aranmaz.
İtibar, sessizce taşınır.
“Benimle neden görüşmediler?” diye sitem eden bir dil, güçlülerin değil; onay arayanların dilidir. Cumhuriyet’i kuran siyasal akıl, muhatap alınmamayı sorun etmez; çünkü kendi meşruiyetini dışarıdan değil, milletin iradesinden alır.
Brüksel’de Kurulan Cümle ve Zihinsel Çöküş
Özgür Özel’in Brüksel’de Avrupa Konseyi Başkanı António Costa ile görüşememesi üzerine kurduğu şu cümle, aslında her şeyi ele vermektedir:
“Kişisel olarak hayranlık duyduğum birisi ama bizim baş başa beş dakika bile kendisiyle görüşme imkânı bulamamamız kabul edilebilir değil.”
Bu cümle, bir diplomatik aksaklık ifadesi değildir. Bu cümle, Cumhuriyet özgüveninin çöktüğü noktadır.
Bir Avrupalı siyasetçiye “hayranlık” açıklamak, Cumhuriyet’in kurucu bilinciyle bağdaşmaz. Siyaset hayranlıkla değil; eşitlik ve bağımsızlıkla yürür.
Atatürk’ün partisinin genel başkanı, bir Avrupa Konseyi Başkanı’yla beş dakika görüşememeyi “kabul edilemez” sayıyorsa; burada asıl kabul edilemez olan, bu ruh hâlidir. Bu dil, eşitler arası bir ilişki dili değil; merkez–çevre ilişkisinin dilidir. Emperyalizmin tam da istediği dil budur.
Atatürk’ün 1922’de Kapattığı Defter
Gazi Mustafa Kemal Atatürk, bu zihniyetle yüz yıl önce kesin olarak hesaplaşmıştır. 1922’de TBMM kürsüsünden söylediği şu söz, bugün hâlâ geçerlidir:
“Hangi istiklal vardır ki ecnebilerin planlarıyla yükseltilebilsin?”
Bu söz, yalnızca İngilizlere, Fransızlara ya da Amerikalılara değil; onlardan medet uman yerli akıllara yöneliktir. Atatürk için bağımsızlık, diplomatik sempati meselesi değil; bir varlık-yokluk ilkesidir.
Cumhuriyet, Batı’dan destek alınarak değil; Batı’ya rağmen kurulmuştur. Bu gerçek unutulduğu anda, Cumhuriyet yalnızca bir tabelaya dönüşür.
Avrupa Solu Masalı ve Emperyalist Gerçeklik
Avrupa’daki sosyal demokrat partileri “doğal müttefik” sanmak, tarih bilinci eksikliğinin sonucudur. Avrupa solu, kendi toplumlarında refah devleti inşa ederken; dünyanın geri kalanında yürüyen emperyalist düzenin ortağı ve yöneticisi olmuştur.
Afrika’nın yağmalanması, Orta Doğu’nun parçalanması, Balkanlar’ın dizaynı… Bunların hiçbiri sağ iktidarlarla sınırlı değildir. Emperyalizm ideolojik etiketle değil, çıkarla çalışır.
Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı, “sağcı” ya da “solcu” Batı’ya karşı değil; Batı’nın kendisine karşı verilmiştir. Bu gerçeği unutan her siyasetçi, aynı hayal kırıklığını tekrar tekrar yaşar.
İmamoğlu, İngiltere ve Bitmeyen Merkez Arayışı
Ekrem İmamoğlu’nun İngiltere Büyükelçisi ile verdiği görüntüler, tek başına bir diplomatik skandal değildir. Ama tarih bilenler için semboller konuşur. İngiltere, Osmanlı’nın parçalanmasında, İstanbul’un işgalinde ve Anadolu’nun dizaynında başrol oynamış bir güçtür.
Bugün hâlâ Türkiye siyasetinin Londra’dan, Brüksel’den, Washington’dan anlatılmaya çalışılması; Cumhuriyet öncesi zihinsel haritanın hâlâ aşılamadığını gösterir.
Bu bir kişi meselesi değildir.
Bu, emperyalizmle zihinsel bağın koparılamamış olmasıdır.
Emperyalizm Değişmez, Kılıf Değiştirir
Atatürk’ün şu tespiti bugün de sarsıcıdır:
“Bir şeyin zararıyla yükselen şeyler, elbette o zarara uğrayanı alçaltır.”
Batı’nın refahı, başka toplumların yoksulluğu üzerine kuruludur. Türkiye’nin zayıf olması, Batı için bir sorun değil; stratejik kazançtır. Bu nedenle Batı’dan “samimi destek” beklemek, yalnızca saflık değil; tarih bilmezliktir.
Bugün manda açıkça savunulmuyor. Onun yerine “demokrasi”, “hukuk”, “değerler” deniyor. Ama öz aynı: Bağımlılık.
Cumhuriyet Hatıra Değil, Sürekli Mücadeledir
Cumhuriyet bir anı değildir. Cumhuriyet, her kuşakta yeniden savunulması gereken bir bağımsızlık bilincidir. Atatürk’ün mirası, Batı’dan alkış almak değil; Batı’ya rağmen ayakta durabilmektir.
Bugün Batı’ya yaslanarak siyaset kuranlar, farkında olsun ya da olmasın, Cumhuriyet’le hesaplaşmaktadır.
Ve tarih, bu tür hesaplaşmaları affetmez.
Ders alınmazsa, sonuç değişmez.
Çünkü emperyalizm sabırlıdır;
ama Cumhuriyet, zayıflığı kaldırmaz.
