HALKWEBPolitikaAtanmışların seçilmişler üzerindeki tahakkümü

Atanmışların seçilmişler üzerindeki tahakkümü

Peki, seçilmişler ve atanmışlardan oluşan bir belediye meclisi ne kadar “siyasi”, ne kadar “halk adına” görev yapabilir?

Günümüz Türkiye siyasetinde artık yerleşmiş bir algı var:
Siyasette sırtını birilerine dayamadan bir yerlere gelemezsin, bir şey elde edemezsin. Türküde geçtiği gibi, “Ankara’da dayın yoksa…” gerisi malum.

Geçmişte, yoğun ve militanca verilen mücadelelerin içinde; kimi bilinçli, kimi sempatizan olarak yer alan bir kuşak vardı. Uğruna işkenceler çekilen, yıllarca cezaevlerinde yatılan, daha güzel bir dünya için genç yaşta girilen emek ve bağımsızlık mücadelesi saflarında ödenmiş ağır bedeller… Ve yitip giden hayatlar…
Herkesin o döneme dair bir yaşanmışlığı vardır.

O baskıcı süreçten sonra, siyasetten uzak duran ve sahipsiz bırakıldığını hissedenlerin bir bölümü bu arenadan tamamen çekildi. 12 Eylül 1980 sonrası siyasi partiler, kendi dünya görüşleri doğrultusunda yeniden açıldılar. Bu gelişme, sol ve sosyal demokrat dünya görüşüne sahip insanları ve geçmişin bedelini ödeyenleri bu partilere yönlendirdi.

O süreçte yaşanan “yoldaşlık” ve “komünal yaşam” bilinci, tarihsel değerler doğrultusunda ele alındı ve bulunulan siyasi partilerin politikaları bu bilinçle şekillendirildi. Yönetim kadroları ve üretilen politikalar yerelden başlayarak birer birer sonuçlarını verdi; sol ve sosyal demokrat bir yönetim anlayışı ortaya çıktı. Halkçı belediyeler, halkın dilinde pelesenk oldu.

O siyasi partiye üye olanlar yapılan tüm çalışmaları saf ve tertemiz bir duygu ile sahiplendi, savundu. Hele bir de çoluğu çocuğu işe girmişse, değmeyin keyfine…

Ancak zamanla koltuk hırsı, makamın verdiği siyasi erk, görülen itibar ve para birleşince geçmiş bir anda unutuldu (herkes için olmasa da). Zenginleşme siyasetin yüreğine kadar girdi. Bir dönem daha o koltuklarda kalmak için dün yoldaş olunanlarla ters düşmeler başladı. Kendi âli menfaatleri için yol ayrılıkları yaşandı.

Altta bunlar olurken, üstte partilerin yönetim kadroları da bu değişime ayak uydurdu. Her siyaset kendi müteahhitlerini, kendi yandaşlarını oluşturdu. Hatta daha ileri gidilerek farklı siyasi görüş ve partilerden arkadaşlıklar kuruldu. Yapılan ihale yöntemlerine göre, becerebildikleri ölçüde kazançlarına kazanç kattılar.

Derken, eşgüdümlü hareket eder hale gelmiş siyasetler ortaya çıktı.

Bu gelişen gerçeklik, siyasete öyle bir yerleşti ki; yön vermeye, müdahil olmaya, oluşturulacak kurullarda kimlerin olacağına kadar belirler hale geldiler. Öyle ki; ilçe başkanı, yönetim kurulu, ilçe delegesi, mahalle temsilcisi seçimleri bile “o” erki elinde bulunduranların gözlerine bakılarak tespit edildi.
Bunun amacı açıktı: Belediye başkanı ve meclis üyesi seçimlerinde önlerinde herhangi bir “taş” kalmasın, yol temizliği önceden yapılsın.

Hele hele bir belediye başkanı ikinci dönemini kazanmışsa; partinin üst kurullarında (il başkanlığı ve genel merkez) etkin rol oynayabileceğini hesaplayarak, siyaseten kendilerince uyarlanmış yöntemlerin tamamını kullanmaya başladı. Kontenjanlar ve atama yetkileri devreye sokuldu.

Siyasi Partiler Kanunu, partilerin tüzük ve yönetmeliklerinde yer alan ön seçimler, geçmişin ve partinin değerlerine sahip çıkmaya çalışanların birbiriyle yarıştığı alanlar haline geldi. Ön seçimler hâkim nezdinde yapılmış olsa bile, liste dayatmalarıyla kendilerine yakın isimlerden meclis üyesi listeleri oluşturuldu.

Peki, seçilmişler ve atanmışlardan oluşan bir belediye meclisi ne kadar “siyasi”, ne kadar “halk adına” görev yapabilir?

Seçilmişler; siyasetten geldikleri için tüm çalışmaları dikkatle, titizlikle ve beytülmale halel getirmeden takip etmek zorundayken, zamanla atanmışların tahakkümü altına girdiler. Emir-komuta mekanizması içinde, “uyumlu çalışma” adı altında tüm değer yargılarından sıyrıldılar.

Belediyelerde idare ve yönetim atanmışlardan oluştuğu için, seçilmişler hemen her konuda onların dayatma istek ve taleplerini yerine getirir hale geldi. Çünkü artık siyaseten bazı kazanımların yolunun, atanmışların iki dudağı ile kaleminin ucundan geçtiği gerçeği görülmüştü.
“Üç bana bir sana” mantığıyla hareket alanları açıldı.

Her konuda seçilmişler, atanmışların kapılarında seçmenlerinin talep ve isteklerini iletmek için saatlerce bekler oldu. Randevularla zar zor ulaşabildiler.

Zaman içinde seçilmişler, mevcut atanmışlarla ters düşmemek ve her türlü işleri çözebilmek adına, gelecek dönemi kurtarabilmek için yeniden meclis üyesi olma hesabına düştüler. Dün savundukları değerleri, geçmişte ödenmiş bedelleri hiçe sayarak:
“Büyüklerimiz en doğrusunu bilir” demeye başladılar.
Tabiri caizse, seçilmişler de atanmışların değirmenine su taşır oldu.

Pekii ya sonuç ?

Siyasi güçlerini ve geldikleri yerleri, hitap ettikleri toplum kesimlerinden aldıkları o gücün hakkını vererek kullansalar; yasaların ve kanunların verdiği yetkileri dürüstçe ve namusluca uygulasalar, o tahakküm yerle yeksan olur.

Atanmışların oturduğu koltuklarda, halkın seçtikleri oturur. Dürüst bir yönetim hâkim olur. Yapılan her hizmet alımı, her ihale, her iş kanun ve nizamlara uygun olur.
Ne bir şaibe kalır,
Ne bir şüphe,
Ne de insanların aklında deli sorular…

Yeter ki:

Geldiğin yeri unutma,

Verilen helal oyları unutma,

Ve siyasetin bir hafızası olduğunu unutma…

Konuk Yazar: Murat Adıgüzel

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR