2025 için “Aile Yılı” dediler.
“Üç çocuk yetmez, beş olsun” diye nutuk attılar.
Ama en temel soruyu özellikle sormadılar:
Bu çocuklar nasıl bir ülkede, hangi koşullarda büyüyecek?
Bu ülkede kimseye balık tutmayı öğretmediler.
İnsanı kendi emeğiyle ayakta tutacak bir düzen kurulmadı.
Üretim yoktu, kalıcı istihdam yoktu, güvenceli bir hayat yoktu.
Onun yerine ne vardı? Yardım vardı. Sadaka vardı.
Aile büyüsün istediler ama derinleşen yoksulluğu bilinçli biçimde görmezden geldiler.
Çünkü bu düzende güçlü birey değil, bağımlı aile makbuldü.
2025’te ekonomi toparlanıyor dediler.
Ben bunun karşılığını sokakta görmedim.
Hayat pahalılaştı. Maaşlar arttı dediler ama alım gücü düştü.
Asgari ücret, bir geçim aracı olmaktan çıktı; sadece bir rakama dönüştü.
İnsanlar bu yıl çok net bir gerçeği fark etti:
Çalışmak artık yoksulluktan kurtarmıyor.
“Aile kutsal” dediler.
Ama aileyi ayakta tutacak koşulları yaratmadılar.
Kadın cinayetleri azalmadı.
Çocuklar korunamadı.
Çocuk gelinler bitmedi.
Her seferinde aynı kelimeye sığınıldı: “Münferit.”
Oysa yaşananlar münferit değildi; sistemikti.
Göç meselesine gelince…
2025’te bu konu da dürüstçe konuşulmadı.
Yüksek sesle milliyetçilik yapıldı ama somut, gerçekçi bir çözüm üretilmedi.
Derin bir sessizlik hakimdi.
Çünkü çözüm konuşulursa, sorumluluk almak gerekecekti.
Gençler açısından 2025 ağır bir yıl oldu.
Giden gitti.
Kalan, gitmenin yollarını aradı.
Kimse bu ülkede kalıp bir hayat kurulabileceğine ikna edilmedi.
Siyasette ise her zamanki tablo vardı:
Sorun çözmek değil, günü kurtarmak esas alındı.
Bu yüzden 2025;
ne büyük bir çöküş yılıydı, ne de bir toparlanma yılı.
Sorunları çözmeden oyalandığımız bir yıl oldu.
Ve bedeli, yine halka ödettirildi.
Şimdi ben şunu öneriyorum:
Bırakın Aile Yılı masallarını, bırakın on yıllık hamasi planları.
2026; mültecilerin bu ülkenin demografik yapısına çöküşünün, yönetenlerin ise siyasi ve ahlaki iflasının tescil yılı olsun.
Çünkü bu ülke artık rakamlarla değil, gerçeklerle yüzleşmek zorunda.
